EDEBİYATIN AYNASINDA FEMİNİZM

  Feminist teorinin doğuşu, Batıda 17. yüzyıla dayandırılsa da bu hareketin sistematik bir hâl alması 18. ve 19. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Feminizm cinsiyete dayalı ayrıma karşı durmanın yanında, siyasal, ekonomik, toplumsal ve sosyo-kültürel alanlarda tanınan hakların, cinsler arasında eşit yayılmasını savunan bir dünya görüşüdür. Tarihe kadın harekatı olarak ilk tohumlarını atmış, günümüzde de farklı meyvelerden oluşan köklü bir ağaç halini almıştır.

   19. yüzyılda zeminini feminizmin hazırladığı toplumsal cinsiyet kuramının ortaya çıkmasıyla, “seks” ve “gender” terimleri gelişme göstermiştir. Seks, bireyin doğuştan gelen cinsiyetini, gender ise toplumun formları doğrultusunda bireyin oluşan kişilik modelini, sıfatlarını ve rollerini karşılar. Bu terimler dişi ve kadın ayrımını gözle görülür bir sebebe bağlamaktadır fakat erkek bireyleri de bu çizginin dışında tutmak olanaksızdır. Tüm teorilerinin temelini “İnsan kadın olarak doğmaz, ona dönüşür.” sözüyle oluşturduğunu söyleyen Simone de Beauvoir’ı da bu konunun başlangıç zincirinde saymamız gerekir. Simone de Beauvoir “La Deuxième Sex” adlı yapıtında bu durumu “Nitekim, dişi kadının başlıca özelliği olan edilginlik, daha ilk yıllarda gelişmeye başlayan bir niteliktir. Ama bunun biyolojik bir veri olduğunu öne sürmek yanlıştır; gerçekte, yazgısını yetiştiricileri ve toplum zorla benimsetir ona.” diyerek kadınlığın sonradan edinilen bir sıfat, bir rol olduğunu anlatır.

    Kadınlar kendi benliklerine oturtulan adaletsiz hükümleri fark etmeye başladıklarında annelik ve ev hanımı rollerini aşmaya çalışmış, ellerinin hamuruyla erkek işine de karışmışlardır. Kendilerinden beklenilen bağımlı, pasif, ağırbaşlı, itaatkâr  gibi sıfatlara nail olmadıklarında toplum tarafından bilhassa karşı cins tarafından kocakarı ve canavar tarzındaki benzetmelere mahkum edilmişlerdir.Ataerkil zihniyet ile yetişen ve bu zihniyetin  fikirleri ile beslenen gözler, kadının ekonomik özgürlüğünü kendilerine yapılan bir başkaldırı olarak görmüşlerdir.

   Milletlerin tarihine kaynaklık eden ve onların maddi-manevi kültürel özelliklerini yüzyıllar sonrasına dahi aktarmayı başarabilen en büyük unsur edebiyat eserleridir. Bunun bilincine varan kadınlar kendilerini en iyi şekilde ifade edebilmek ve toplumun beklentileriyle oluşturulmuş prangaları kırmak için bu yola adım atmışlardır. 1960’lı yıllarda feminist hareketin edebiyata yansımasıyla feminist eleştiri/ feminist edebiyat kuramı ortaya çıkmıştır. Feminist eleştiri; Berna Moran tarafından okur olarak kadına yönelik ve yazar olarak kadına yönelik olmak üzere iki başlık altında incelenmiştir.

1.Okur Olarak Kadına Yönelik Feminist Eleştiri

Edebiyat yapıtlarını ideal (ataerkil toplumun nazarındaki) kadın bakış açısıyla okuyarak eserlerde yer alan kadın kahramanların ve tiplerin nasıl yansıtıldığının eleştirisini yapmayı amaçlar. Kadın okuyucu ile erkek okuyucu bir metinde yer alan cinsiyet bazlı yansımaları farklı algılayacaktır.Bu sebeple kadının toplumdaki statüsü, onun eserlerde yer alan iyi ve kötü özellikleri ancak bir kadın okur bakış açısıyla değerlendirilmelidir ki gerçeğe yakın bilgiler elde edilebilsin.

   Bu eleştirinin ortaya çıkardığı diğer bir nokta ise eserlerde yer alan iki tip; evdeki melek ve canavardır. Ataerkil toplum düzenini benimsemiş, namuslu, uysal, annelik ve ev hanımı rollerini üstlenen ideal kadın evdeki melektir. Üretici konumuna gelmek, ekonomik özgürlüğünü elde etmek, bir erkeğin himayesine bağımlı olmaktan kaçan ve kendisine biçilen kuraldan elbiseleri giymeyi reddeden kadın korkulması gereken, çirkin,canavardır. Erkeğin neredeyse bütün alanlarda gücü elinde tutmasını destekleyen bu edebiyat ürünleri, okur olarak kadına yönelik feminist eleştiri başlığı altında incelenmiş ve tenkit edilmiştir.

2.Yazar Olarak Kadına Yönelik Feminist Eleştiri

Kadınların yazar sıfatıyla ortaya koyduğu eserlerde kendi kimliklerine özgü üslubun olacağını, toplumsal alanda ve tarihi süreçte kadının yaşadıklarının bu eserlere yansıyacağı düşüncesini içinde barındıran bir başlıktır.Bu konu kadınlığın doğuştan değil sonradan kazanılan bir olgu olduğu görüşüyle inceleme altına alınmıştır.Kadınların tarihten bu yana yaşadıkları ortak sorunlar bazı araştırmacılar tarafından onların farklı üslup geliştirmesine sebep olmuştur. Bu üslubun erkek egemen topumdan korunması amaçlanmıştır.

  Yazarlığın erkeklere özgü bir iş olduğunu savunan kitle karşısında kadın olarak eser üretmek zor olmuştur. Diğer bir inceleme de bu konuda gerçekleşmiştir.Toplumun bu kusurlu bakış açısına göre kadın iyi bir yazı ortaya koyamaz çünkü bu eylem de diğer bütün üretici işler gibi erkeklere özgüdür. Öyle ki ataerkil toplumun ahlak anlayışından ötürü kadının okuma hakkı da yer yer elinden alınmıştır. Çünkü eserlerde yer alan cinsel yönü dürten noktalar kadın ahlakını zedeleyecektir.

  Ve bu yüzden feminizm; ahlak gibi soyut, bir edebiyat eseri gibi somut varlıklar arasındaki cinsiyete dayalı kuralları yıkmayı amaçlamıştır. Şöyle ki; ne ahlak sadece kadına özgüdür ne de bir edebiyat yapıtı sadece erkek ürünüdür.