Farklı Ama Aynı: İnsanlığın Sessiz Ortaklığı

Bazen kendi kendime düşünüyorum. Geçenlerde bir kafede otururken gözüme bir bebek takıldı; annesinin kucağında, meraklı gözlerle etrafı izliyordu. Birkaç masa ötede yaşlı bir amca, sessizce çayını karıştırıyordu. İkisine bakarken içimden bir gülümseme geçti: Birinin gözlerinde keşfetmenin heyecanı, diğerinin gözlerinde hatırlamanın derinliği vardı. O an kendime şunu fısıldadım: Farklı ama aynı… Günün sonunda her elma yeniyor, kabuğu ne renk olursa olsun.

Farklıyız, çünkü aynıyız; aynıyız, çünkü farklıyız — insan denen muammayı bu paradoks taşır.

Hayat, bize sürekli çeşitlilik sunuyor. İnsanlar, diller, hikâyeler, alışkanlıklar… Hepsi birbirinden başka gibi. Ama bir bakıyorum, en temel duygular hep ortak: sevinç, umut, kırgınlık, acı. Ruhun öyle bir dili var ki kelimelere gerek kalmıyor; bir bakış, bir tebessüm, bir gözyaşı bazen her şeyi anlatıyor.

Mutluluk mesela… Bunu kim saklayabilir ki? İnsan sevinci gözlerinden taşırıyor. Bir çocuğun yeni bir oyuncakla gülümsemesiyle, yaşlı birinin torununa sarılması arasında ne fark var? Umut da öyle… İçimizde filizlendi mi hemen dışarı sızıyor; bakışlarımız bir anda yumuşuyor, parlıyor. Belki de umut, insanlığın en kolektif duygusu. Paylaşmak kolay; çünkü bulaşıcı.

İnsan, birbirine benzemezken birbirine en çok benzeyen varlıktır.

Ama acı… Ah, orada iş değişiyor. Acıyı herkes kendi parmak izi gibi taşıyor. Kimisi bağırarak, kimisi susarak, kimisi saçını keserek, kimisi bambaşka bir kimliğe bürünerek yaşıyor. Kimisinin gözünden anlıyorsun, kimisi kahkahasının altına saklıyor. Kimisi görünürken görünmez oluyor. Bunu çok yakından biliyorum, çünkü çevremde pek çok insanın bu sessiz yükünü gördüm, kimi zaman kendim de o yükün altına girdim.

Psikoloji araştırırken ya da bir kitapta rastladığımda hep aklıma gelir: İnsan acıyla başa çıkmak için türlü savunma mekanizması geliştirir. Bastırır, inkâr eder, mizaha sığınır, yansıtır. Dışarıdan sadece davranışı görüyoruz, oysa arkasında fırtınalar kopuyor. Belki de bu yüzden yargılarımız eksik, anlayışımız yüzeysel kalıyor.

Bir de şu var: Kendi kırgınlıklarımızı, korkularımızı farkında olmadan başkalarına yüklemeyi çok iyi başarıyoruz. Kimi zaman bir arkadaşımıza, kimi zaman ailemize, bazen hiç tanımadığımız birine. Oysa herkesin yükü yeterince ağır, değil mi?

İşte bu yazıyı yazma sebebim de bu: İnsanları kendi düşüncelerimle, varsayımlarımla yormamak. Onları çözmeye çalışırken bile saygıyı elden bırakmamak. Biraz daha farkındalık, biraz daha sessizlik, biraz daha çok dinlemek. Hepimizin ihtiyacı bu belki de.

Bazen birine sadece şunu diyebilmek: “Senin farklılığını görüyorum, ama aynı özde birleştiğimizi de biliyorum,” en büyük şefkat. Belki de bu yüzden bir bakış, bazen bin kelimeye bedel.

Sonuçta hepimiz, aynı nefesi soluyan, farklı bakış açılarından bakan, aynı insanız. Ve belki, en büyük insanlık sanatı, birbirimizin hem farklılığını hem aynılığını aynı kalple görebilmek.

Belki de en büyük bilgelik, herkesin hem bize benzediğini hem de asla bizim gibi olmadığını bilmektir.

Exit mobile version