İçimizde Şeytan Yok/Var!

“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna ‘içimdeki şeytan’ diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok. İçimizde aciz var, tembellik var, iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.”

Sabahattin Ali dendiğinde herkes bir ağızdan “Kürk Mantolu Madonna” ya da “Kuyucaklı Yusuf” der. Naçizane fikrimse bu yazıya konu olan “İçimizdeki Şeytan” adlı eserin, Sabahattin Ali’nin yazın hayatının nadide çiçeği olduğu.

Yazıldığı dönemde (1940) birçok tartışmaya yol açmış olan bu eseri, eserin ön planı ve eserin arka planı olarak ikiye ayırıp incelemek gerektiğini düşünüyorum. Sabahattin Ali’nin Türk Edebiyatında mensup olduğu akımı düşünürsek eğer -toplumcu ve gerçekçiler- roman, gerçek yaşamımızdan bağımsız değil aksine hayatımızın içindedir. Her karakterin bize anlattığı, gösterdiği şeyler vardır.

Çoğu incelemede roman Ömer, Bedri ve Macide üçlüsü arasında gerçekleşen olaylar bağlamında ele alınırken ben bu üçlüye Nihat karakterini de eklemek isterim. Eserin öncelikle içeriğinden bahsedecek olursak:

Ömer’in Macide’yi ilk gördüğü andan itibaren şiddetli bir aşkla sevmesi romanın iskeletini oluşturuyor. Bütün olaylar, düşünceler bu bağlamda aktarılıyor okuyucuya. Eserde Sabahattin Ali’nin başarılı bir yazar olduğunun izlerini her satırda görür ve buram buram kokusunu alırız bu başarının.

Başında söylediğimiz gibi her karakter bize bir şeyler anlatmaktadır. Ömer ile başlayacak olursak, romanın başında tanıyıp sevdiğimiz ancak romanın sonuna doğru kendisine acıdığımız bir karakter. Acizlik ve tembelliği gösterir bize. Bu iki özelliğin bizi ne kadar kendimizden uzaklaştırdığını gösterir. İç sıkıntısı ve buhran içindeki Ömer, tembelliğin ve acizliğin gölgesinde eriyip gider romanın sonuna doğru.

“Ne bileyim ben? Herkesten daha üstün olmak fena bir şey değil fakat bu meseleler üzerinde hiç düşünmedim ki! Bence insanlara hükmetmek arzusu manasızdır. Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki temiz kalmak için bir tek çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle hiç olmazsa manen alakamızı kesmektir…”

“İçimizde şeytan yok. İçimizde aciz var, tembellik var iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…”

Ömer’in tüm tutkusuyla sevdiği kadın, Macide’ye daha yakından bakalım şimdi:

“Acaba şu anda o ne düşünüyor? Herhalde beni değil. Niçin? Onun kafasında bir müddet yaşamak için neleri feda etmem ki? Her şeyi…” (Ömer’in iç konuşması)

Ailesinden ayrı, kendini eğitimine veren bir kadın görüyoruz dışarıdan. 1940’ların güçlü kadını olarak tanımlayabiliriz Macide’yi. Babasının ölmesinin haberini dahi kendisiyle birlikte atlatmaya çalışacak kadar güçlü bir kadın. Hayal dünyasında yaşayan Ömer’i hem kendi ilişkilerinde hem de romanın güçlenmesi konusunda dengeleyen bir karakter. Kişiliği düzgün, sorumluluk sahibi, kararlı ve tekrar tekrar güçlü bir kadını temsil ediyor Macide. Ömer’in acizliğini görmemizi sağlayan da odur.

Bedri, Macide’nin lise yıllarından öğretmenidir. tesadüfler silsilesiyle Macide’yle tekrar karşılaşırlar. Bu karşılaşma Ömer’in tükenişini başlatır. Çünkü Ömer’in Macide ile Bedri’yi kıskanması acizliğini de beraberinde getirecektir. Bedri ise bizlere dünyada her şeye rağmen bir umudun olduğunu düşündüren hatta tutunduğumuz umuttur.

“Unutmayın ki, dünyada en korkunç şey, ümidini kaybetmektir.”

Önemli bulduğum son karakter, Nihat. Nihat, Ömer’in yakın arkadaşı olmakla birlikte entelektüel olma çabası içinde olan birisidir. Amacına ulaşma konusunda kötülükler yapmayı yanlış bulmayacak bir kişidir. Ömer’i de kötülüğe çeken Nihat olmuştur bir yandan da. Güçlü olma isteğini Ömer’im içine yerleştiren odur. Nihat, bu kitapta bizlere kötülüğün varlığını simgeleyen bir karakter olmuştur.

” Yaşamak, herkesten daha iyi, herkesten daha üstün yaşamak, insanlara hâkim olarak, kuvvetli, belki de biraz zalim olarak yaşamak…”

Nihal ATSIZ

Yazıma başlarken söylediğim gibi bu eseri tek yönlü değil çift yönlü incelemek daha doğru olacaktır. Ön görünüş hakkında biraz bilgi sahibi olduktan sonra şimdi arka plana dönelim;

Dönemin Turancı olarak adlandırılan yazarı Nihal Atsız’a göre: kitapta Nihat ve kötü yansıtılan diğer karakterler Turancıları, hatta gerçek hayatta var olan Peyami Safa vb. yazarları temsil etmektedir. romanın Türkçülük, Turancılık gibi görüşleri kötülediğini söylemektedir.

Romanın başından sonuna kadar, ister iç konuşmalarda isterse satır aralarında bir düşünce eleştirilmektedir. Romanda satır arasında geçen şu söz eleştirilen düşüncenin Turancılık olduğunu düşündürtüyor;

“Yarın öbür gün müddeiumumi muavini (savcı) olunca İran ile, Turan ile uğraşmaya vaktin kalmaz…

Buna karşılık Nihal Atsız, “İçimizdeki Şeytanlar” adlı bir yazı yayımlamıştır. Yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

http://www.nihal-atsiz.com/yazi/icimizdeki-seytanlar-h-nihal-atsiz.html

Romana genel anlamda baktığımızda, zaman ve mekan olgusunun belirsiz olduğunu görmekteyiz. Kitabın yazıldığı dönemleri düşününce olayların 1940 yıllarında geçtiği düşünülür. kesin bir zaman algısı olmamasına rağmen Bedri-Macide ve Ömer-Macide arasındaki ilişkilerin zamanlarındaki ayarlama bize olayların 3-4 ay gibi bir sürede gerçekleştiğini gösteriyor.

“Sana teşekkür borçluyum evlat. Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. Böyle biri mevcut olsa o sen olurdun ve şimdi buraya gelinceye kadar içimde bir şüphe vardı. ‘Şu kainatta belki bir de iyi taraf vardır fakat görmek bize nasip olmuyor’ diyor ve seni düşünüyordum. Bir daha teşekkür ederim. Beni boş hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan kurtardın. Ben de kendimi adam tanır bir şey zannederdim. Senin suratına bakınca melanet dolu ruhunu göreceğime yüreği çarpan bir insan görüyordum. Nah, bunak kafa…”

Exit mobile version