Şeytanın Aşk Çemberi

Jacques Cazotte 1719 yılında, Fransa’nın doğusunda tarih dolu bir kent olan Dijon’da burjuva sınıfından bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Öğrencilik hayatını biz Cizvit (16. Yüzyılda ortaya çıkmış bir Hristiyan tarikatı / İsa Derneği) okulunda tamamlayan Jacques Cazotte Fransız sömürgelerinden birinde memur olarak çalıştı ve emekli olduktan sonra edebiyat alanında çalışmalar yaptı. Hayatının sonuna doğru Martinizm tarikatına katılan Cazotte, devrim karşıtı mektupları yüzünden idam cezasına mahkum edildi ve 1792 yılında bir giyotin sehpasında hayata veda etti.

1772 yılında yayınlanan Aşık Şeytan, Fransız fantastik edebiyatının öncü eserlerinden biridir. Jacques Cazotte, kitabın ismini Lesage isimli bir yazarın Topal Şeytan ( Le Diable Boiteux) kitabına bir antitez olarak yazmıştır. Bu kitabı alırken beni kendisine çeken şey, ismi oldu. Raflarda gördüğümde büyük bir merakla alıp konusuna bakmadan okumaya karar verdiğim nadir kitaplardandır. İlk bakışta anlıyorsunuz klasik bir aşk hikayesi yerine farklı bir maceraya sürükleneceğinizi.

Kitabın konusunu tek cümleyle özetlemeye çalışırsak, şeytanın kendi kazdığı çukura düşmesi diyebiliriz. Hayat zaten bundan ibaret değil mi? Kötüler bir yere kadar kazanırlar, er ya da geç yaptıkları her kötülük onları bulur.

Eserde 1. şahıs bakış açısı ve okurken kafa karıştırmayan sade bir dil kullanılmıştır. Kullanılan betimlemeler ölçülüdür ve konudan kopmamıza sebep olmadan kendimizi o an o mekanda hissetmemizi sağlar.

     Eser, kadın ve şeytan metaforu, yıllardır süregelen kadınlar şeytandır etiketiyle ilerliyor. Álvaro’yu baştan çıkarmak isteyen Biondetta, baştan çıkaran kişi durumuna geliyor.

      Sizlere eser için birkaç ana fikir sunmak istiyorum. Bunlardan ilki; fazla merakın ve haddinden fazla cesaretin iyi olmadığı, gerek mental sağlığımız gerek hayatımız için zararlı olabileceğidir, bir diğeri ise hayatı daha fazla ciddiye almamız gerektiği ve insanların tecrübelerine önem vermemiz gerektiğidir.  

Kitabın ilk sayfalarında, ana karakterimiz Álvaro bizlere Kabala ilminden bahsediyor. Kabala nedir? diyecek olursanız, Kabala Yaratan’ın yarattıklarına ifşası şeklinde özetlenebilecek çok geniş kapsamlı bir ilimdir. En dikkat çekici özelliği ise büyü ile yakından ilgili olmasıdır. Yahudi bir araştırmacı olan Shimon Halevi, Kabala, İlmin Gizli Geleneği isimli kitabında Kabala için “Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu ve semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur.” diyor.

İşte bizim ana karakterimiz olan Álvaro’da bu ilme merak sarıyor. Álvaro, 25 yaşında, Napoli Kralının emrinde, muhafız alanında bir yüzbaşıdır.Mesai arkadaşları ile birlikte sohbetlerinde sık sık Kabala ilminden bahsedilir ve Álvaro’da bu ilme ilgi duymaya başlar. Bu ilimle yakından ilgili ve pek çok şey bilen dostu Soberano onu acele etmemesi için uyarsa da kahramanımız sabırsızlığına yenik düşer ve bir an önce bu ilmin içine girip bir ruhu kontrolü altına almak ister. Israrları ve cesareti karşısında hayrete düşen arkadaşı bunu kabul eder ve bir gece Álvaro, arkadaşı Soberano ve onun birkaç arkadaşı bir mağaraya giderler. Álvaro için bir çember çizerek yapması gerekenleri anlatırlar. Korkusunu dile getirmeyi gururuna yediremeyen Álvaro söylenenleri yapar ve macerası başlar. Cahil cesareti diyebileceğimiz bir cesaretle çağırmış olduğu ruha emirler yağdıran Álvaro başına geleceklerden habersizdir.

“Şart mart yok köle, sadece itaat edeceksin, yoksa…”

“Belli ki beni henüz tanımıyorsunuz efendim; yoksa bana daha yumuşak davranırdınız…”

Bu sözler Álvaro için bir uyarı amacı taşısa da karakterimiz aldırış etmez ve emirler vermeye devam eder. Şeytan olduğundan habersiz olduğu ruha arkadaşları için mağarada bir ziyafet sofrası hazırlatır ve kendini kanıtlamak için onları yanına çağırır. Ziyafetin ardından Biondetto emirleri yerine getirmeye devam ederken, arkadaşı Soberano ikinci bir uyarıda bulunur.

“Bize güzel bir ziyafet çektin dostum, sana pahalıya patlayacak.”

Álvaro yine aldırış etmeden yoluna devam eder. Fakat biraz düşündüğünde içten içe bir pişmanlık yaşadığını görmek mümkün.

“Manasız bir merak ve pervasızlık benim gibi bir adamı içinden çok güç çıkılır bir duruma sokmuştu aslında… Ama bu işe bir nokta koyacağım, söz veriyorum.”

Karakterimiz bu ilmi öğrenme konusunda yeterli sabrı göstermediği için kolayca kurtulabileceğini sanıyordu. Ona gitmesini söylediğinde aldığı karşılık ise başına geleceklerin ufak bir başlangıcıydı.

“Don Álvaro bu işten böyle kolay sıyrılabileceğini düşünmeyecek kadar asil bir insansındır sanırım…”

Álvaro tecrübesizce adım attığı bu yolda şeytanın onu nasıl etkisi altına aldığından habersizdi. Şeytanın ona sundukları gözünü boyamaya yetmişti. Ondan tek lafıyla kurtulabileceğini sanıyor ve ona sunduğu fırsatlardan daha fazla yararlanmak istiyordu. Bu günlük hayatımızda çok karşılaştığımız bir durumdur aslında. Bazı şeylerin bize zarar verdiğinin farkında olsak da hoşumuza giden ufak ayrıntılar sebebiyle onu hayatımızdan çıkarmayı erteleriz ve bazen geri dönülmez sonuçları olabilir.

Eserde benim dikkatimi çeken noktalardan birisi, güzel bir kadın suretinde Álvaro’nun karşısına çıkan şeytanın, onu yaptığı oyunlarla kendisine aşık etmeye çalışırken Álvaro’ya aşık olması, kıskançlık krizlerine girmesi ve bu aşkın sonucunda azap çekmesidir.

      Eserde eleştirebileceğim en önemli nokta ise iki ayrı sonu olmasıdır. İlk sonda şeytan Álvaro’yu tamamen etkisi altına alamayıp Álvaro’nun tövbe etmesi sonucu geri çekiliyor. Álvaro’nun yaşadığı bazı felaketlerin aslında gerçek olmadığı ve şeytanın bir oyunu olduğu anlaşılıyor.

Okumuş olduğumuz bu son biz okurları yeterince tatmin ediyor fakat alternatif sonu görünce heyecanlanmamak elde değil. Bizi heyecanlandıran alternatif sonda Álvaro onu birçok kez kovduğu halde asla gitmeyen Biondetta tek bir cümlesi ile ortadan kayboluyor ve Álvaro hiçbir zarar görmeden her şey normale dönüyor. Türlü oyunlar yapan şeytanın bu kadar basit bir şekilde ortadan kaybolması bu esere pek yakıştırdığım bir son olmadı maalesef.

Her ne kadar alternatif sonu beğenmemiş olsam bile okurken fazlasıyla zevk aldığım bir romandı. Cazotte’un güçlü kalemi ve insanı sıkmayan sade anlatı dili esere güzellik katıyor. Fantastik bir eser olmasına rağmen içerisinde yer alan olaylar gayet ölçülü bir şekilde anlatılmış ve bu da romanı fantastik edebiyat sevmeyenlerin bile zevk olarak okuyacağı güzel bir eser haline getirmiştir.