Sinemada Felsefe: Tarkovsky

Bu yazıda ünlü yönetmenin felsefi kişiliğiyle ilgilenip; Sanat, varoluş, yalnızlık gibi konular hakkında bazı düşüncelerini sizlere sıkmadan anlatmaya çalışacağım. Keyifle okumanız dileğiyle.

Sanatı, ya da başka bir kavramı tanımlamadan önce, çok daha kapsamlı bir soruya cevap vermeliyiz: Dünya’da insanın yaşamının anlamı nedir ?.”

A Poet in the Cinema (1983)

1932 doğumlu, sanata bir anlam aramış, varoluş gibi konulara da değinmiş büyük Rus yönetmen. Filmleriyle düşündürmüş, felsefi sorulara cevap aramıştır. Tarkovsky’e göre, öncelikli olarak sorgulanması gereken şey insan yaşamının anlamıdır. Yaşamın amacı, spiritüel olarak zenginleşmek ise, sanatın ifade ettiği anlam da oraya ulaşmak, ulaşabilmektir. Sanat bu süreçte insana yardım etmelidir. Sanat, spiritüel zenginleşmeye ulaşabilmektir ve bu noktaya ulaşmak için gereklidir, insana yardım etmelidir. Spiritüel zenginliğe ulaşmak için bir araç olarak kullanılmalıdır yani sanat. Sanatı sorgulamaya başlıyor, varoluşu sorguladıkça aslında sanatı da sorguladığımızı fark ettiriyor bize yönetmen. Sanatın derinliği bizi zorlamaya başlıyor burada. Spiritüel zenginliğe ulaşmak için sanat tek yol mudur? Bunun gibi onlarca soruyla baş başa kalıyoruz. Sanatın, insanın ruhsal yeteneklerini geliştirdiğini söyleyen Tarkovsky, bu sayede kendimizi aşarak, özgür iradeyi kullanabileceğimizi de ekliyor. Kendimizi aşmamız için gerekli olan sanat, bu durumda kendi özgür irademizin kapısını açan bir anahtara dönüşüyor. Sanat kavramının derinliğini, Tarkovsky ile anlamaya çalışıyoruz.

Stalker (1979)

”Bu Dünya, mutlu olabileceğimiz bir yer değil. İnsanlığın mutlu olması için yaratılmış bir yer değil burası. Bununla birlikte birçok insan, var olma sebebimizin bu olduğuna inanıyor. Buraya savaşmak ve mücadele etmek için geldiğimizi düşünüyorum. Böylece iyilik ve kötülük bizim içimizde savaşabiliyor ve iyilik kazanınca, manevi olarak zenginleşmiş oluyoruz.”

A Poet in the Cinema (1983)

Dünya’nın, insanın mutlu olabileceği bir yer olduğuna inanmayan Tarkovsky, mutluluğun bize bağlı olmadığını ve bunu belirleyenin biz olmadığının da altını çiziyor. Hayatın bazen şaşılası şeyler sunabileceğini, bunların tek başına hayatı yaşamaya değer kılabileceğinden de bahsediyor aynı zamanda. Tarkovsky’e göre hayatın sundukları, mutluğun bize bağlı olmadığı şu gezegende, hayatı yaşamaya değer kılıyor. Mutluluğun olmadığı bir yerde kaliteli bir hayatın nasıl var olabileceği, mutluluk adı verilen bu yegane duygunun yerinin nasıl doldurulduğunu, bu duygunun gerekliliği gibi sorularla yönetmen bizi yine baş başa bırakmayı ve düşündürmeyi başarıyor.

Solaris (1972)

”Tek başınalığı sevmeyi öğrenin.”

A Poet in the Cinema (1983)

Tarkovsky’e göre birey, çocukluğundan itibaren kendi başına olmayı öğrenmeli ve bunu yalnızlık olarak algılamamalıdır. Burada asıl olay kendinden sıkılmamaktır. Tarkovsky, bu kendinden sıkılma durumunu tehlikeli bir semptom olarak görmüştür. ”Neredeyse bir hastalık” diye de nitelendirmiştir. Modern dünyanın getirdiği yalnızlığa bakılınca, Tarkovsky’nin ne kadar haklı olduğu ortaya çıkıyor. Bireyin kendisiyle vakit geçirmesi, kendisinden sıkılmaması ve daha önemlisi bunu yalnızlık olarak algılamaması son derece önemlidir. Çocukluktan itibaren kendi başına olmayı öğrenen ve bunu yalnızlık olarak değerlendirmeyen bireyin, bu durumu yalnızlık olarak değerlendiren bireye göre sosyal anlamda daha az sıkıntı yaşayacağını söylemek pek de yanlış olmaz.

The Sacrifice (1986)

Tarkovsky, insanlığın tarih boyunca sorup sorduğu ”Yaşamın anlamı nedir?” ve bunun gibi sorulara cevap bulmaya çalışmış, bu felsefi arayışını filmlerine de yansıtmıştır. Tarkovsky anlatısını diğerlerinden ayıran yegane özelliğidir, sinema aracılığıyla bize sorduğu sorular. Tarkovsky’i, Tarkovsky yapan da budur aslında. İzlenmesi gerektiğini düşündüğüm ve beni etkileyen 3 Tarkovsky eserini bırakıp, yazıyı sonlandırıyorum. İyi seyirler.

  • Solaris (1972)
  • Stalker (1979)
  • The Sacrifice (1986)