Üç Şair: Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Oktay Rifat

En az bir Sunay Akın hikâyesi okumuş veya dinlemişsinizdir. Tarihî olayları ustalıkla birbirine bağlayan ve belki de hiçbirimizin yapamayacağı çıkarımlar yapan Sunay Akın’ın en bilindik hikâyesi Kız Kulesi’ne yüzerek çıkan bir çocuğa aittir. Bu çocuğun adı Karl Detroit, desem herhalde hikâyeyi anımsarsınız.

Alman vatandaşı olan bu çocuk, İstanbul’dan geçen bir geminin güvertesinde denizin ortasındaki kaleyi görür ve oracıkta oraya çıkmaya karar verir. Gemiden atlar, yüzerek kaleye çıkar. Ancak çocuğun yokluğunun farkına varan Alman denizcileri, hemen Osmanlı hükûmetine gider, çocuğun kendilerine teslim edilmesini ister. Devlet-i Âliyye’nin büyük sadrazamı Âli Paşa vermez, üstüne Karl’ı üvey evlat edinir ve adını da Mehmed Ali yapar.

Mehmed Ali zamanla büyür, gelişir ve güçlü bir Osmanlı paşası hâline gelir. Büyük rütbelere erişir. II. Abdülhamid saltanatının ilk yıllarında patlak veren ve “93 Harbi” olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Mehmed Ali Paşa da savaşır. Savaşın akabinde 1878 yılında Ayastefanos Antlaşması imzalanır, ama bu bir ölü antlaşma olarak kalır; bunun yerine yine aynı tarihte 1878’de Berlin’de taraflar toplanır, Berlin Antlaşması’nı imzalarlar. Berlin’e giden heyet arasında Mehmed Ali Paşa da vardır.

Yine bu tarihte Arnavutluk’ta çıkan bir isyanı bastırmak ile görevlendirilen Mehmed Ali Paşa, halk tarafından linç edilerek öldürülür.

Öldüğünde elli bir yaşındadır.

Mehmed Ali Paşa’nın bilindiği kadarıyla beş kızı olmuştur[1]. Bakınız bunlardan; Leylâ Hanım’ın, Celile adında bir kızı olmuştur.

Ressam olan Celile Hanım’ın da bir oğlu olur ve bu da şair Nâzım Hikmet’tir.

Sunay Akın buraya kadar anlatır. Ama buradan sonrası ise şöyledir: Celile Hanım’ın yeğeni şair Oktay Rifat’tır. Yani Türk edebiyatının dünyaca bilinen markası Nâzım Hikmet ile Nâzım’ın gölgesinde kalmayacak kadar büyük şair olan önce Garip akımının ve daha sonra İkinci Yeni akımının şairi Oktay Rifat kuzendir, teyze çocuğudur.

Mehmed Ali Paşa’nın diğer kızı Zahide Hanım ise Ali Fuad Paşa[2]’nın annesidir.

Paşa’nın Saniye adında bir kızı daha vardır ve Saniye Hanım, Sabahattin Ali’nin babaannesidir. Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali’yle tanışmasını bakın şöyle anlatıyor: “Bir gün dergi redaksiyonuna kısa boylu, gözlüklü bir genç geldi. Almanca bildiğini, hikâyeler yazdığını ve adının ‘Sabahattin Ali’ olduğunu söyledi, hikâyelerinden birini bıraktı, çıktı. Bu hikâye, orman işçilerinin yaşamı üzerineydi. Alman romantizminin etkisi altında yazılmış olmasına karşın, konu ve içerik bakımından Türk edebiyatında bir yenilik oluşturuyordu. Genç adamın yetenekli bir yazar olduğu, daha ilk satırlarından anlaşılıyordu. Hikâye basıldı.

Sabahattin Ali ile tanışmamız böyle başladı. O, haftada iki üç kez redaksiyona geliyordu. O zamanlar yalnızca edebiyat tartışmaları biçiminde legal olarak ortaya konulabilen politik konuları onunla tartışıyorduk. Sabahattin Ali, çok kısa bir zamanda dergide aktif bir rol oynamaya başladı. Sovyetler Birliği’ne karşı derin bir sevgi besliyordu. Sovyetler Birliği hakkında gerçeği yansıtan Türkçe ve Almanca birçok kitap okuyor, Marksist- Leninist yazılara ilgi gösteriyordu. Bu devrede Tolstoy, Çehov, Gorki ve Şolohov’un eserlerini okudu.

 

Kısa bir süre sonra buluşmalarımız kesildi; ben hapishaneye düştüm. Daha sonra, Sabahattin Ali’nin Konya’da öğretmenlik yaptığını, Mustafa Kemal ve rejimi hakkında yazdığı iğneli yazılar yüzünden mahkûm edilerek Sinop Hapishanesi’ne gönderildiğini öğrendim. O zamanlar, Sinop Hapishanesi’nde büyük bir komünist grup yatıyordu. Sabahattin Ali ile komünistler arasında sıkı bir dostluk kurulmuştu. Sabahattin, onların halkın davası için savaşta baş eğmeyen tutumlarına, bu savaşın utkusuna karşı duydukları sarsılmaz güvene hayrandı.”[3]

Fark ettiniz mi? İki büyük şair akraba olduklarını bilmiyor. Bu da çok doğal. Çünkü dedesi ve babası asker olan Sabahattin Ali Batı Anadolu’da büyümüştür. Nâzım’ın ilkgençliği ise İstanbul’da geçmiştir. O zamanlar teknolojinin olmadığını da düşünürsek, birbirlerinden habersiz olmalarını doğal karşılayabiliriz.

Bütün bunları anlattıktan sonra bütün metni şöyle özetleyebiliriz: Karl Detroit olmasaydı bu üç büyük şairimiz de olmayacaktı… Türk edebiyatı senin cüretine hayran Karl! Ya da bizden olan adınla, Mehmed Ali Paşa!

 

[1] Hıfzı Topuz, Başın Öne Eğilmesin, sayfa 33, Remzi Kitabevi

[2] Ali Fuat Cebesoy

[3] A’dan Z’ye Sabahattin Ali, sayfa 373, Hazırlayan: Sevengül Sönmez, Yapı Kredi yayınları