Zweıg'den Entrikalarla Dolu Bir Yaratma: Bir Çöküşün Öyküsü

Zweıg’den Entrikalarla Dolu Bir Yaratma: Bir Çöküşün Öyküsü

“Evde bir ölü yaşıyor, fark etmiyor musunuz?”

Şan, para, mevki sahibiyken birdenbire hiç olmak. Zweig, tam olarak bu fikir üzerinden yola çıkarak bu eserin altına imza atmış diyebiliriz. İnsan, kendi sonunu nasıl hazırlar sahi? Görkemli bir yaşamdan kasvetli bir yaşama yolculuk; egonun, hırsın hakimiyetinde geçen bir ömür. Madame de Prie üzerinden okuyalım…

Bundan önceki yazımda, Zola’nın Nasıl Ölünür, adlı eserinden bahsetmiştim. O eserde, sınıf farkının ne denli gözler önüne serildiğini, bunun ölüme nasıl yansıdığını vurgulamıştım. Burada da aynı şekilde Zweig, aristokrat sınıfından olan Madame de Prie’nin birdenbire nasıl gözden düşüp görkemli hayatından tereyağından kıl çekildiği gibi alıkoyulduğunu görüyoruz. Madame de Prie, benim gözümde ön yargı, hırs, bencillik ve açgözlülüğün vücut bulmuş hali. Zweig’in yazı dilinden olsa gerek, yarattığı karaktere duyduğu nefreti oracıkta anlıyoruz. Ayrıca, bir erkek olarak, aristokrat bir kadının tasviri ancak bu kadar açık ve anlaşılır yapılabilirdi. Zweig’in bu konudaki başarısından da bahsetmezsek elbette ki olmaz. Konumuza dönecek olursak, Madame de Prie, bu eylemlerinden sonra unvanını kaybetmesi sonucunda Paris’e sürgüne gönderilir. Lüksten, abartıdan uzakta yaşamaya oldukça yabancı olan Prie, başlarda şatafatlı hayatına geri döneceğine dair inancını kaybetmez. Dönmek için yapmadığı kalmaz ama kader elbette ki ondan yana değildir. Çaresizlikten çılgına döner genç kadın. Öyle ki, sırf egosunu tatmin etmek uğruna bir köylü ile aşk bile yaşar. İnsanlarla oyuncak gibi oynamayı kendine görev edinmiştir adeta. Bitmek bilmeyen arzuları kadını belirsiz bir yöne doğru sürüklemektedir. Ne yaparsa yapsın tatmin olmayan egosu ve kendinden büyük hırsı ile başı derttedir kadının. Bu yüzden günden güne öldüğünü, eridiğini hissetmektedir. Kadın, artık geçmişte sahip olduklarına erişemeyeceğini anladığında kendi ölümünü planlarken bulmuştur kendini. Öyle bir karakter canlandırın ki kafanızda, ölümüm ilgi çeksin, insanlar ölümümü konuşsun anlayışı ile ölürken bile egosuna yenik düşsün…

“Bir solukta okunur” diyerek elinize alıyorsunuz eseri elinize ama okudukça sanki sayfaları çoğalıyor eserin. Konu olarak yabancı olmadığımız aristokrat sınıfı ve ömrümüz boyunca hükmünde yaşadığımız hırs gibi duygular ele alınıyor olabilir, evet ama bunun Zweig’in eşsiz yazı diliyle bütünleşmesi eseri benzersiz kılıyor.

“O da kadınların çoğu gibi tümüyle başkalarının ruh halinden beslenirdi. Arzulandığı zaman güzeldi, zeki insanların arasında nüktedandı, gururu okşandığında kibirliydi, sevildiği zaman aşıktı.”

“Ölü olduğu sanılan ama toprağın altındaki tabutundan bağırıp çağırarak ve yanlarına vurarak uyanan bir kadın gibi hissediyordu kendini ancak toprağın üzerindeki hiç kimse onu duymuyordu, kadınlar ve erkekler üzerinden geçip gidiyor ve sesi toprağın altında kaybolup gidiyordu.”