“Birgün birileri bizi hatırlayacak.” (Sappho.)
Hikayenin sonunda kayda değer şeyler bırakmak için yaşarız. Birisi ya da birileri için önemli olmak, önemli hissetmek ve de anlaşılmak. Bizi hemen anlamalılar, çünkü kitap değiliz, çünkü biz öldükten sonra kimse bizi okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburuz. Ama ne kadar çabalarsak çabalayalım Ece Ayhan’ın dediği gibi, “Anlaşılmayacaksın. Ey kanatsızlık!..
Geceleri insanın kendisiyle yaşadığı iç çatışmalarda yaşanan o anlarda bile sabah her şey anlamsızlaşırken, ilk olarak insanın kendisini sevmesi ya da kendinizi, kendinizle vakit geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin diyen Andrey Tarkovski’nin sözlerine kulak verebiliriz.
Şiirleri kapaksız, aşkları kapısız olan Yahya Kemal Beyatlı’nın “Dünyada ne ikbal ne servet dileriz. Hattâ ne de ukbâda saadet dileriz. Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde, Yaranla tarab yâr ile vuslat dileriz.” dediği gibi düşünenler de olabilir.
Yalnız kalmak bir süre sonra bir bütünü haline gelen Charles Bukowski, şöyle dile getirmiş;
“Yalnız kalmaktan hoşnut biriydim eskiden.
şimdi yıkıldı duvarlarım,
her şeyin kenarları var.Ellerine geçirdiler beni.”
Aslında sorunun yalnızlık ya da kalabalık olduğunu düşünenlerden değilimdir. İçine yüklediğimiz anlamlar tüm doğruları bile yıkabilir. Yalnızlıktan hoşnut olup yalnız kalıyorsa insanlar bunu istediği için yapmalı. Sırf mecbur kaldığı için değil. Kalıplardan, olmadığı o kimlikten çıkmalı. Duvarlar ellerine geçirse bile sıyrılabilmelidir.
“Ey halklar, kulak verin, kulak verin bu şaire!
Ey halklar, kulak verin bu kutsal düşsevere! (…)
Victor Hugo, Işınlar ve Gölgeler, Şairin Görevi, 1840.