Etten ve Kemikten Özgürlük: Lou Andreas Salome

Evrensel yasalar, toplum kanunları, yaşam kurallarımız ve daha birçok sınırlandırıcı madde gereği kendimizi kısıtlamak bir kalıba sokmak durumda kalıyoruz. Aldığımız kararları uygularken çevre faktörünü göz önünde bulunduruyor bulundurmadığımız zaman insanlar tarafından eleştirilere maruz kalıyoruz. Peki özgür bir toplumda yaşadığımızı düşünürsek bu şartlarda ne kadar özgürüz ya da sorumu şöyle düzelteyim: Bir bireye hangi durumlar altında özgür diyebiliriz?

Sizler bu göreceli soruyu cevaplarken ben de özgürlüğü yaşam biçimi edinmiş, insanlar üzerindeki etkisini gördüğümde kendimi şaşırmaktan alıkoyamadığım bir kadından bahsedeyim.

LOU ANDREAS SALOME

“Kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim. Ve ne olursa olsun bunu yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum; ama çok daha güzel, benim içimde olan bir şeyi, tamamen yaşamın sıcaklığı olan, neşe dolu ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum”

diyen genç kadın alışılagelmişin dışındaki karakteri ve düşünce yapısı ile birçok ünlü düşünürü kendine hayran bırakmıştı.

Salome içindeki özgür ruhun farkına vardığından beri kurallara uymayan, yaşamdaki düzeni sorgulayan, başına buyruk bir hal almıştı.

Bazı gerekçelerden dolayı taşındığı Roma’da Paul Ree ile tanışmış ve onu etkisi altında bırakmıştı. Paul ona olan duygularını bir evlilik teklifi ile taçlandırarak dile getirmişti ancak aldığı cevap olumsuz olmuştu.

Yaşadığı çağın özgürlük anlayışına ters düşen Lou kadınların felsefe ile ilgilenmesi hoş karşılanmamasına rağmen felsefeyle ilgilenip başarılı bir filozof oldu.

Bir mayıs ayında Paul Ree tarafından tanıştırıldığı Friedrich Nietzsche ile güzel vakit geçiriyor ve birçok konu hakkında tartışabiliyordu. Tahmin edileceği gibi Salome’nin eşsiz düşünceleri ve etkileyici güzelliği Nietzsche’nin ona aşık olmasına mahal vermişti ancak duyguları karşılıksız kalmaya mahkumdu.

Bu platonik aşk Nietzsche’yi bir hüsrana sürüklemiştir ve kadınlara olan nefretinin sebebi olarak gösterilmektedir.

Nietzsche’nin büyük aşkına yazdığı şu satırlar herkesi derinden etkilemektedir:

Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm, cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde.
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki “söz ver kendine”
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin.
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım.
Öyle çok değerliymiş ki zaman,
Hep acele etmem bundandı
Anladım…

Daha sonra genç kadının hayatına giren Frederich Andreas ona evlilik teklifi etmiş ve kabul etmemesi durumunda intihar edeceğini söyleyerek onu bu evliliğe mecbur bırakmıştır.

Sadakati kabul etmeyen Lou’ya göre sadakat ve evlilik sevginin katiliydi bu yüzden evliliği sürecinde kocasının bilgisi dahilinde görüştüğü insanlar olmaya devam etmişti. Frederich’i istemiyordu ancak intihar fikrinden vazgeçirmeyi başaramamıştı.

Bu çalkantılı dönemde “Tek Gerçekliğim” dediği ünlü Alman şair Rilke ile tanıştı.

34 yaşına kadar kimseye aşık olmamış ve bekaretini vermemiş olan Salome ilk kez Rilke’ye aşık olmuş ve onunla birlikte olmuştu. Ona hislerini şöyle dile getirdi:

“Sen bütün kuşkuların tam karşıtıydın; dokunduğun, uzandığın ve gördüğün her şeyin var olduğuna tanıklık edendin. Dünya bulutlu görünüşünden sıyrıldı, zavallı ilk şiirlerimin belirli özelliği olan o birlikte akış ve çözülüşten kurtuldum; nesneler doğdular, yavaş yavaş ve güçlükle öğrendim her şeyin ne denli yalın olduğunu; ve olgunlaştım, yalın şeyler söylemeyi öğrendim. Bütün bunlar, kendimi şekilsizlik içinde yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğum bir sırada seni tanımak mutluluğuna erdiğim için oldu.”

Salome’den büyülenip mantığını bir kenara bırakan Rilke genç kadının önerisini kabul ederek daha erkeksi görünmek için ismini Rainer olarak değiştirdi ve Lou’ya olan duygularını şöyle anlattı:

“(…) senin sınırlarına tozlu basit halde gelen güneş ışını, ruhunun parlak dalgasında bin kat berrak ve parlak oluyor. Benim berrak kaynağım, dünyayı senden görmek istiyorum, çünkü o zaman yalnızca seni, seni, seni görüyorum.”

Lou 50 yaşına geldiğinde psikolojiye merak sarmıştı. Bu dönemde Sigmund Freud’a tanışmak için mektuplar yazıyordu ve bu tanışma yaklaşık 25 yıl sürecekti.

Zeka ve görüşlerine karşılıklı bir aşk duyuyorlardı. Freud onun bilgisine olan şaşkınlığını gizleyemez ve şu sözleri sarf eder:

“Korkunç bir zeka… Onun yanına yaklaşan herkes, varlığının samimiyetinden ve uyumundan çok güçlü bir biçimde etkilenirdi; kadınlara özgü zaafların hiçbirinin hatta insani zaafların bile çoğunun onda bulunmadığını, yaşamı boyunca bunları aşmış olduğunu fark ederdi.”

“Önemli olan yaşama inancının aslen ve hayati olarak var olmasıdır ki, bu hayatta kalmamız anlamına gelir” diyen Salome aynı zamanda ilk kadın psikanalisttir.

Tüm yaşamını kendi idealleri ile geçiren Lou Andreas Salome 76 yaşında hayata gözlerini yumdu ve ölmeden önce dudaklarından dökülen sözler yine felsefe dünyasında büyük yer edinmiş hayatına son noktayı koymuştur.

“Düşüncelerimi serbest bıraksam aklım kimseye uymaz. Tüm bu olup bitenden sonra en iyisi ölmek.”