Acıyı Tutkuyla Sanata Dönüştürmek: Sylvia Plath

Bazı insanlar aramızdan erken ayrılsa da ortaya koydukları eserlerle ve hayatlarıyla onları anmaya hep devam ederiz. Sylvia Plath de onlardan birisi. Avusturyalı bir anne ile Alman bir babanın çocuğu. 8 yaşındayken babasını kaybediyor ve ölümle tanışıyor. Küçük yaşında küçücük kalbinde babasına büyük bir nefret besliyor ve ömrü boyunca da büyütüyor bu nefreti içinde.

Babacığım

Babacığım, öldürmek zorundayım seni

Ben zaman bulamadan ölüverdin…

Mermer gibi ağır, bir torba dolusu tanrı,

San francisco ayıbalığı gibi kocamandı

Hele o çılgın atlantik sularındaki kafan

Bir ayak tırnağın, iğrenç anıt.

İlk şiirini yazması ve yayımlaması da 8. yaşına tekabül ediyor. Daha sonra kerelerce şiir yarışmalarına katılıyor ve kazanıyor. Kariyeri konusunda disiplinli, çalışkan ve azimli.

Sylvia, fiziken sağlıklı bir çocuk olsa da ruhen sağlıklı değildi. Ruhsal dünyasındaki dalgalanmalar onun peşini bırakmayacak ve ileride manik depresif tanısı almasına sebep olacaktı.

Sylvia 1950’de Smith College’e girdi. Aslına bakılırsa okula burslu girmişti ve başarılı bir öğrenciydi fakat bir yandan ruhundaki derin yaralarla boğuşmak durumundaydı. Okulun 2. yılında ilk defa intihara girişti ama ölümü yenmişti. Bu girişimin bazı sonuçları olmalıydı elbet. Sylvia bir akıl hastanesine yatırıldı ve artık ciddi ve resmi olarak hastaydı. Bundan sonra ömrü boyunca ileri derece manik depresyonla boğuşacaktı. Hatta geçirdiği bir ruhsal çöküntüden önceki  son güncesine şöyle başlamış:

“Bir öykü oku:  Düşün.  Yapabilirsin.  Dahası, yapmalısın, uyku sırasında sürekli kaçmamalısın, ayrıntıları unutmamalısın, sorunları umursamazlık etmemelisin, kendinle dünya arasında ve bütün parlak zekalı neşeli kızlar arasında duvar çekmemelisin. Lütfen düşün, kurtul bundan.  İnan, sınırlı benliğinden daha yüce yararlı bir güce. Tanrım, tanrım, tanrım!  Neredesin?  Seni istiyorum, ihtiyacım var.  Sana, sevgiye ve insanlığa inanmaya.  Böyle kaçmamalısın. Düşünmelisin.

Hastalıkla mücadele ederken aynı zamanda Smith College’i bitirip Cambridge Üniversitesi’ne gitti. Azimle çalışmaya devam ediyor, şiirlerini üniversitenin öğrenci gazetesinde yayımlıyordu.

Aşk Mektubu

Kolay değil ifade etmek yaptığın değişikliği.

Eğer hayattaysam şimdi, o halde ölmüştüm,

Gerçi bir taş gibi, ondan etkilenmeden,

Durmuştum alışkanlık olduğu üzere.

Bir parmak bile öteye çekmedin beni, hayır

Ne de bıraktın benim küçük çıplak gözüm ilişsin diye

Göğe doğru yeniden, umutsuzca, kuşkusuz

Kavrayarak maviliği ya da yıldızları.

Sylvia, 20. yüzyılın en büyük kadın edebiyatçılarından sayılıyor. Gizdökümcü şiirin en büyük temsilcilerinden biri olarak görülüyor ve “Sırça Fanus” isimli eseriyle biliniyor. Bu kitap onun tek romanı aynı zamanda yarı otobiyografisi. Kitapta 1950’lerde Amerika’da kadın olmanın ne anlama geldiğini irdelemiş ve sonrasında da feminist yönüyle tanınmış.

Sylvia Cambridge’de büyük aşkı İngiliz Şair Ted Hughes ile tanıştı. Sylvia Ted’e çok aşıktı. Hiç vakit kaybetmeden 1956’da evlendiler. Bu evlilikten 2 çocukları oldu; Frieda ve Nick. Sylvia kıskanç bir kadındı ve bu kıskançlık evliliklerinin ilk yıllarında onları olumsuz etkilemişti. İlerleyen yıllarda Sylvia’nın ruhsal bozuklukları Ted’in ondan soğumasına sebep olmuş ve Sylvia hastalığıyla yeniden yalnız başına mücadele etmek zorunda kalmıştı.

Ölmek

Bir sanattır, her şey gibi.

Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.

Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.

Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor,

Bu konuda iddialıyım sanırım.

Ted, Sylvia’yı ihmal ediyor hatta aldatıyordu. Hayat bir daha eskisi gibi olmadı Sylvia için. Şiirleri basılıyor, İngiltere’de seviliyor, övgüler topluyordu fakat hiçbir başarı onu ölümden kurtarmadı. 1963 yılında iki çocuğunu yataklarına yatırıp gazdan etkilenmeyeceklerinden emin olacak şekilde odalarını kapatıp, pencerelerini açıp, yanlarına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra kafasını mutfaktaki gaz fırınına sokarak intihar etti. Yanı başına üstünde doktor çağrılmasını isteyen bir not yazmıştı. Bu intihar kimilerine göre intihar değil bir yardım çağrısı olarak görülmüştü. O notu bırakarak kurtarılmayı bekliyor muydu yoksa gerçekten ölmek mi istiyordu bilinmez fakat biz onu bize bıraktıklarıyla hala anıyor ve seviyoruz!