AHMED ARİF

Ah güzel arif severek göçtü bu dünyadan.

 Bizler kadar sevgiye muhtaç bizler gibi sevdiğine muhtaç ve cüretkardı. Aynı şairlere hayran aynı kadına sitemliydik.

Mistik dünyamın kahramanı mert şairdi.

Bazen  bir vapurda bazen sert geçen bir kış gününde aklıma gelirdi.

Kavuşsaydı o tutkusu olur muydu?

Size de soruyorum kavuşsaydık o tutkumuz olur muydu?

Benim onu düşündüğüm gibi o da leylasını düşünüyordu yazın, kışın, ilk açan çiçekte,  ilk düşen yaprakta ve  gördüğü her kadın bedeninde.

Yelkovan akrebi kovaladığı her dakika cigarasını içerken leylaya yazdı.

Peki leyla neden sevmedi onu?

Sen neden sevmedin onu?

Neden hepsi tomrisi sevdi?

Peki leylanın eşi onunla geçirdiği her dakika için ne kadar şanslı olduğunun farkında mıydı?

Venüste yaşamış bir insandır Ahmed Arif,  gelin leylisine yazdığı birkaç mektubunu okuyalım okurken de geçmişte bıraktıklarımızın duygularında da bir yolculuğa çıkalım…

LEYLA ERBİL

1-

‘’Ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun’’. 

‘’Gözlerinden öperim. O güzel burnuna yıldızlarca öpücük’’

‘’Kendine iyi bak, bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni. Tekrar öperim’’.

2-

‘’Beyninde mi yüreğinde mi, başka bir yerinde mi, nerendeyse o İNAT yönünü yaratan dokuları öpmek isterim. Evrende seni özler, seni isterim. Başkaca hiç. Ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok. Seni. Sade seni’’.

‘’Kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel’’.

3-

‘’Bu korkunç kaos içinde sen, yeşil ve derin huzur, kafamdasın. Kurtuluşumu, her şeyimi, dünyayı sevmemi sana bağladım, sana borçluyum. Asıl peygamber olan sensin. Yeryüzünde günahsız tek insan sensin’’. 

‘’Küçüğüm, korkunç dâhim, sevgilim senin istediğin gibi de olsam, kayıtsız şartsız kölen de olsam, daima asıl sen beni affedeceksin. Affetmeye çalış. Cihan insanları içinde en güzel, en iyi ve en namuslusu sensin’’.

‘’Ama binlerce yıldır seni arıyor, hasretini çekiyorum’’.

4-

‘’ İlk sen mağlup ettin beni. Ayaklarım yere bastı, ufkum, evren bir açıldı. Yazabiliyor peşimden genç istidatları götürebiliyorsam, hep bundan. Bir de ‘’Beni şişirme, bir bok değilim’’ diye sıkılmadan kendine çatınıyorsun. Sen bir bok olmazsan, ben hiçbir bok olmam, anladın mı?’’

‘’Ama ben nerede yalnız ve acılı kalsan, yanında olucam. Sen bana hiç kimselerin veremediğini verdin. Beni ben ettin’’.

‘’Leylim, sarhoş ettin çarptın beni. Kıskanıyorum bu mısralarını, sana her vakit demeli miyim büyük şairsin?’’

‘’Gözümün nuru, efendim, sana biraz kahve göndereceğim. Gazetede okudum. Ankara’da bulmak zormuş. Bilirim seversin kahveyi’’.

‘’Dünyanın bütün şehirleri onların olsun, tek sana yakın olayım’’. ‘’Gözlerinden öperim, çabuk yaz hasta düşüyorum’’.

5-

‘’Ulan ne var sende be? Yeni bir tedavi şekli mi buldum yoksa? Her ne hal ise seni düşünmek iyi geliyor bana’’.

‘’İşin gücün misafirlerin yormasın seni. Hiçbiri, hiçbiri bilemez kim olduğunu. Onlara otuz yıl felsefe ve insanlık tarihi öğretmeliyim ki değerini anlayabilsinler’’.

‘’Ya sen nicesin ömrümün varı? Sensiz ne olur, ne olabilir onu unutmamalıyım oysa. Her adımdan, her düşünden, her düşten önce seni karşıma alır, bakar, sorarım, bunu bilir miydin? Başkaca dövüşemem ki. Yenilmemenin tılsımı. Hasret ile gözlerini öpeyim. Orası öyle ya bu hasret böyle biter mi?’’

6-

’Dünyaya geldiğime pişman değilem! Seni tanıdım çünkü. İnsanların yarısından çoğunun beyinleri, oraları çalınmışsa dünyamız -o güzelim aklımıza zarar- puştluklarla doluysa, koymaz bu bana. Çünkü sen varsın. Sen tek başına, cihanın bütün haksız, canavarca düzenine karşı beni ayakta tutabiliyorsun. Benim soyumdan insanların yaşadığı müddetçe, Kenya’dan Kamçatka’ya sen yaşanacaksın. Bana senin adını ölmezleştirmek düşer. İşim bu benim. Sense ölmezliğe bile gülümseyecek kadar benzersiz ve yücesin. Canının her milimetre karesine varıncaya, bir canlı imgeni gökyüzünde gezdirmek geçer içimden. (Ulan dünya insanları, ulan ibneler, bakın işte bu leyladır!) diye bağırırdım hem’’.

‘’Ben sana ölümsüz, ölümlü, değişir, değişmez niteliklerinle mecburum’’.

‘’Beni idama da götürsen dönüp yüzüne pişman bakamam’’.

‘’Bir Eyyamda sana Lalikom diye seslenicem. Benim dilsizciğim diye anlam verilebilir. Ama bu bir ünlemdir daha çok. Sevili, yangın bir ünlem. Ne Türkçe, ne Kürtçe ne de Zazacadır. Bu üç dilin bileşiminden doğan bir ünlem bu. Lal Türkçedir. Lalik yada lalo Kürtçe. Om eki Zazacaya kaçar. Ya işte böyle Lalikom! Ses et, konuş, sev, payla bir hal et ama. Küçük dilin yerindedir inşallah. Kurban olur, çoban dururum dillerine senin’’.

‘’Bineceğim trenlerin soluğu tükenmesin. Ayağını attığın yerler deprem görmesin. Denizler uslu, vapurlar yollu olsun. Ferman evet rüzgâr beni de alıp oralara atsın. Mutlu ol. Allah beni kahretsin. Gözlerinden öperim. Ellerinden öperim. Öperim kızı öperim. Öperim oğlu öperim’’.

Huzur içinde uyu…