Aziz İstanbul’un Aziz Şairi: Yahya Kemal Beyatlı

Şiire Adanmış Bir Yaşantı : Yahya Kemal Beyatlı

Ölümünün 61. yılında Yahya Kemal Beyatlı, 1 Kasım 1958‘de gözlerini dünyaya kapattı, Ruhu şad olsun!

Aralık 1884’te, Makedonya’nın Üsküp şehrinde bulunan Rakofça Çiftliği’nde dünyaya gözlerini açtı. Asıl adı Ahmet Agah’tır. Babası Nişli Naci Bey, dönemin Üsküp Belediye Başkanı ve eski icra memuru olarak görev yaptı. Annesi Dilâver Bey’in kızı Nakiye’dir. Yahya Kemal, 1889 yılında daha beş yaşındayken ilk öğrenimi için Yeni Mektep’e; daha sonra özel bir okul olan Mekteb-i Edep’e gönderildi. Sonrasında Üsküp İdadisi’ne başladı. Burada okurken bir yandan da İshak Bey Camisinin medresesine devam etti, Arapça ve Farsça öğrendi.

Artık demir almak vakti gelmişse zamandan!.. Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan..

Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Yahya Kemal, Tevfik Fikret önderliğindeki Servet-i Fünun akımını ortaya çıkaran diğer şairlerin de etkisinde kalarak, aruz vezniyle dörtlükler yazmaya başladı.

Servet-i Fünun Nedir?

Servet-i Fünûn edebiyatı veya topluluğun kendini anarken kullandığı Edebiyat-ı Cedîde, II. Abdülhamid döneminde, Servet-i Fünûn adlı derginin çevresinde toplanan sanatçıların Batı etkisinde geliştirdikleri bir edebiyat hareketidir.

Yahya Kemal 1897 yılında ailesiyle birlikte Selânik’e yerleşti, öğrenim hayatına Selânik İdâdîsi’nde devam etti. O yıl annesini verem yüzünden kaybeden Yahya Kemal, babasının ikinci defa evlenmesine tepki göstererek tekrardan Üsküp’e döndü. Ancak orada hastalanan Yahya Kemal tekrardan Selânik’e dönmek zorunda kaldı. Üvey annesiyle babası arasındaki geçimsizlik had safhaya varmış olduğundan öğrenimini tamamlamak üzere Yahya Kemal’i, İstanbul’a gönderdiler. Yahya Kemal bu dönemde ”ESRAR” mahlasını kullanarak şiir yazmaya devam etti. Yıl ortası olduğu için arzu ettiği Galata Sarayı Sultânîsi’ne giremedi, Robert Kolej’e kayıt için de bir sonraki yılı beklemek gerekiyordu. Vakit kaybetmemesi amacıyla burada bulunan Vefa Lisesine başladı. İrtika ve Malumat adlı dergilerde, “Agah Kemal” takma adıyla şiirler yazdı. Sonrasında monarşi karşıtı görüşleri savunmaya başladı. Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunu demokratik rejimlerde gören diğer muhalif arkadaşlarıyla birlikte, II.Abdülhamit‘e yönelik eleştirel söylemlerde bulundu.

Yahya Kemal, tutuklanma ihtimalinden kurtulmak amacıyla Paris’e gitti. Burada fikir, düşünce ve edebi yönden kendini geliştirdi. Bir müddet öğrenimden uzak, Jön Türkler arasında yaşadı. Meaux Koleji’ nde Fransızca eğitimine başladı birkaç yıl, hemen pek çok Türk’ün okuduğu École Libre des Sciences Politiques’e devam etti. Siyasî ve edebî çevrelere girdi, devrin bir kısım yazar ve politikacılarını tanıdı. Ünlü tarihçilerden Albert Sorrel‘in derslerinden oldukça etkilendi. Paris ve Londra’ da kendini geliştiren Yahya Kemal, buralarda kendine özgü bakış açısı yakaladı. Fransa’da kaldığı süre içerisinde, Jean Moreas, Baudelaire, Verlaine gibi ünlü Fransız şairlerin eserlerini inceledi, şiirde şekil ve ölçü çeşitliliğinin en güzel örnekleriyle tanıştı.

Durmuş saat gibiydi durup gеçmеyеn zaman.  Donmuş sükût içindе günеş görmеyеn cihan.

Fırsat buldukça Fransa’nın ve diğer Avrupa ülkelerinin birçok şehrini gezdi. Herhangi bir diploma sahibi olmadan, fakat zengin bir sanat ve tarih kültürüyle İstanbul’a döndü. İstanbul’a dönünce 1913 yılında Darüşşafaka‘da edebiyat ve tarih dersleri verdi. Yahya Kemal bu yıllarda rahatsızlığı sebebiyle bir süre Sofya’da kaldı. Sofya’dan döndükten sonra edebiyat ve tarih dersleri verme görevine devam etti. Türk dili, gelişimi ve Türk tarihi gibi konularda çeşitli dergilerde makaleler yayımladı. Peyam gazetesinde, “Süleyman Nadi” Mahlası ile, “Çamlar Altında Muhasebe” başlığı altında yazılar yazdı.

Yahya Kemal Beyatlı, aynı görüşleri paylaştığı şair ve yazar arkadaşlarıyla birlikte, “Dergah” adlı bir dergi kurdu. Bu dergi ile birlikte Kuvay-ı Milliye ruhunu canlı tutmaya çalıştı. Kurtuluş Savaşı’nın ardından meclise girdi. Milletvekilliği dahil bir çok diplomatik olayda görev aldı. Madrid, Lizbon ve Pakistan’da elçi olarak bulundu 1949 yılında emekli olarak vatana geri döndü. İstanbul’da Park Otel’de ikamet etmeye ve Milli Reasürans Şirketi’nde yönetim kurulu üyeliği yapmaya başladı. Bağırsak hastalığı sebebiyle 1957 yılında tedavi için Paris’e gitti. Hastalığının ilerlemesi üzerine  1 Kasım 1958 ‘de, kaldırıldığı İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi‘nde hayatını kaybetti.

Yahya Kemal Beyatlı Eserleri; 

Akıncılar:

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik

Haykırdı ak tolgalı beylerbeyi “ilerle”
Bir yaz günü geçtik tunadan kafilelerle

Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan

Bir gün yine doludizgin atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla

Cennette bu gün gülleri açmış görürüzde
Hala o kızıl hatıra gitmez gözümüzde

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik

Bir Başka Tepeden:

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Endülüs’te Raks:

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı…
Şevk akşamında Endülüs üç def’a kırmızı…

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.
İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.

Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri…

Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.

Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü,
Göğsünde yosma Gırnata’nın en güzel gülü…

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir;
İspanya varlığıyle bu akşam bu güldedir.

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi…

Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli…
Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli..

Gözler kamaştıran şala, meftûm eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sîneden: ‘Ole!’


Erenköy’de Bahar
:

Cânan aramızda bir adındı,
Şîrin gibi hüsn ü âna unvan,
Bir sahile hem şerefti hem şan,
Çok kerre hayâlimizde cânan
Bir şi’ri hatırlatan kadındı.

Doğmuştu içimde tâ derinden
Yıldızları mâvi bir semânın;
Hazzıyla harâb idim edânın,
Hâlâ mütehayyilim sadânın
Gönlümde kalan akislerinden.

Mevsim iyi, kâinât iyiydi;
Yıldızlar o yanda, biz bu yanda,
Hulyâ gibi hoş geçen zamanda
Sandım ki güzelliğin cihanda
Bir saltanatın güzelliğiydi.

İstanbul’un öyledir bahârı;
Bir aşk oluverdi âşinâlık…
Aylarca hayâl içinde kaldık;
Zannımca Erenköyü’nde artık
Görmez felek öyle bir bahârı.

Eylül Sonu:

Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbalarları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa…
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa…

İçtik bu nadir içki’yi yıllarca kanmadık…
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lakin vatandan ayrılışın ıztırabı zor.

Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile.

Geçmiş Yaz:

Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle
Her anını, her rengini, her şiirini hazdan.
Hala doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinden;
Mehtap… iri güller… ve senin en güzel aksin…
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!

Hatırlatan:

Hicran, gün ortasında öten bir horoz gibi,
Seslendi pek vakitsiz… İçim yandı ansızın.

Mazi yosunla örtülü bir göl ki yok gibi,
Mevsim serin ve bahçede yaprak yığın yığın.

Hicran gün ortasında neden böyle seslenir,
Birden hatırlatır unutan kalbe sevgiyi?

Keskin bir özleyişle hayal ettiren nedir.
Bir devre varsa insanın ömründe en iyi?

Ey sevgi anladım bu uzakta seda ile,
Ömrün yegâne lezzetidir hatıran bile.