Bir Distopya Örneği: The Lobster

Dikkat spoiler!

Yaşadığımız toplumda kalıplaşan ve sizden beklenen davranışlar vardır. Bu davranışları alışılmışın dışında sergilediğiniz zaman görebileceğiniz tepkiler çok da alışılmışın dışında olmaz çünkü sistemin alıştırdıkları toplum tarafından ne yazık ki kabullenilmiştir.

Lobster’ daki dünya ise insanları yalnızlıklarından alıp çift bir hayat sürmelerine yönelik. Yani evliliğin zorunlu olduğu bir dünya. Filmde üç farklı yaşam tarzı var diyebiliriz. İlki, çoğunluğu oluşturan yaşamlarını şehirde idame ettiren kesim. Diğer bir kesim ise bu gruptan belirli sebeplerle ayrılmış, kendilerini tekrar bu gruba dahil etmek için ruh eşlerini bulmak amacıyla bir otele yerleşirler.

Bu yeni hayatının başlangıcıydı. Yalnız olmanın ne kadar acı olduğunu bilmediği zamanlar.
Acı içinde kıvranırken sırtındaki ağrı kesici noktaya, ulaşamamanın ne kadar acı verici olduğunu bilmediği zamanlar.

Kurallar dolu bir dünyada yaşamak bir hayli zorken, o kurallara uyabilmek için yine temeli kurallar olan bir otelde sadece 45 günleri vardır. Bu süre zarfında ruh eşlerini bulmaları istenir. Bulamamaları halinde kendi istedikleri bir hayvana dönüştürülürler.

Üçüncü kesim, tüm bu kuralları hiçe saydığını sansa da aslında diğerlerinden hiçbir farkı yoktur. Otelde yaşamaya karşı olan bu kesim, ormanda kendi kurdukları ‘düzende’, kendilerini birbirlerinden bile soyutlamış durumdadır. Genele bakarsak birbirinden tamamen farklı olan bu gruplar aslında bir o kadar aynı. İkisi de özgürlüğü benimsemiyor. Bir grupta eş, partner bulma zorunluyken diğerinde duygusal bağlılık tamamen yasak.

Otelde belirtilen süre içinde partnerini bulamayan başrolümüz, haliyle ormana kaçıyor. Gittiği her yerde önüne adeta sayfa sayfa kural konuluyor. Orada asıl amaç olduğu halde bulamadığı duygusal yakınlığı, ormanda bulması hepimize ironik gelse de neyyse diyoruz.

İlişkideki en temel özelliğin ortak olanlar olduğunu söyleyen; hissetmediği aşkı, sevgiyi hissetmeyi dayatan bir dünyada yaşadıklarını göz önünde bulundurursak karakterlerin partner bulmak, uyum sağlamak için yaptıkları şeyleri çok da yadırgamamalıyız.

Ütopik, distopik bir dünyada yaşamıyoruz ya da öyle sanıyoruz bilmiyorum ama filmin çarpıcı detayları, gerçeğe rahatsız edici derecede benzemesi izletirken hem düşündürdü hem de gerdi diyebilirim. Çift olmanın hep iyiye yorulması, tek olmanın zararları, uyum sağlamakta zorlanan çiftlere çocuk verilmesi ve o ilişkinin düzelmesinin beklenmesi.. Bunlar toplumumuza çok uzak şeyler değil açıkçası. Tek farkımız hayvana dönüşmeyecek olmamız.

Bir hayvana dönüşecek olsanız hangisini seçerdiniz?