Bir Şaheser Yaratmak

Sinema çoğu zaman izleyicisine hayranlıkla izlenecek eserler vermiştir, vermeye de devam edecektir fakat dönem dönem ortaya öyle üstün eserler çıkarmıştır ki, bunlar dönemini sallamakla kalmayıp, sonraki dönemlerde de kendilerini ortaya çıkarmış, sinemayı etkilemişlerdir. Sanatın her türünde olduğu gibi, sinemada da ‘şaheser’ olarak nitelendirebileceğimiz eser sayısı azdır ama bana kalırsa az olması da gereklidir. Konu sinema gibi bir alanda şaheser yaratmak olunca, işin içine çok fazla faktör girdiğini tahmin etmek zor değildir. Perdeye aktarılacak fikir, onu hayata geçirecek yönetmen –sahnelerin görselliği ele alınınca görüntü yönetmenini es geçmek ne mümkün -, izleyeceğimiz oyunculuklar ve daha nicesi. Şaheser olarak nitelendirilebilecek bir eser, kendisini ekranda ortaya çıkardığı kadar, sinema salonu terk edildikten sonra da ortaya çıkarmalı, kendisini diğer sinema eserlerinden ayırmalıdır. Jacques Tati’nin de dediği gibi: ”Ben istiyorum ki; film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın.”


Modern bilimkurgu şaheseri olarak; Interstellar (2014)

21.Yüzyılın dahi yönetmeni Christopher Nolan’ın yönetmen koltuğunda oturduğu modern bilimkurgu şaheseri Interstellar’a baktığımızda, bir şaheserin sahip olması gerektiği kriterleri az çok da olsa anlıyoruz. Görselliği, senaryosu, son derece başarılı ekibiyle modern bilimkurgu hatta genel olarak bilimkurgu sinemasının en iyi ürünlerinden. Çoğu kült şahesere kıyasla sinemanın çok daha yeni bir döneminde yer alıyor. Böylesi yeni bir dönemde yer alınca ve de bilimkurguyu böylesine kullanmayı bilen bir yönetmenin eline geçince haliyle Interstellar görsel bir şölen halini alıyor. Görsel şölen diyince aklımıza ilk olarak filmdeki meşhur kara delik geliyor. Kara delik apayrı bir işçiliğin ürünü. Tek bir karesinin render’ı 100 saati bulan ve görüntülerinin toplam boyutu 800 terabyte’ı geçen bir kara delikten bahsediyoruz. Ekip ünlü astrofizikçi Kip Thorne ile çalışıyor, bu çalışmanın meyvelerini de topluyor tabii. Bilim çevrelerinden övgüler alan kara delik tasarımı aynı zamanda Guinness Dünya Rekorlar kitabının 2017 basımında da ”Bir Filmde Bilimsel Açıdan En Doğru Kara delik” başlığıyla kendisini gösteriyor. 2019 yılında çekilen ilk kara delik fotoğrafları ise filmdeki kara deliğin bilimsel açıdan doğruluğunu gözler önüne seriyor. Kara deliği bir yana bırakıp, spoiler vermemeye de özen gösterecek olursak, film sevgi konusunu bilimkurgu üzerinden ince ince işliyor aslında. Film bu sırada da teorik fizik dersi veriyor bize biz farkında bile olmadan. Bunu da basit ve etkileyici bir anlatımla yapıyor. Oyuncular hakkında söylenecek pek bir şey kalmıyor, duyguyu tamamiyle yansıtan oldukça kaliteli bir iş sergiliyorlar. Filmin sonuysa ayrı bir film. İzleyiciyi tatmin eden, duygudan duyguya sürükleyen bir son. Bilimkurguyla dramı bu kadar başarılı bir şekilde, bilimsellikle iç içe yürütmek ve ekrana böyle yansıtmak gerçekten başarı. Üstün ve kalıcı bir eser. ‘Şaheser’.

Gerilimin ustası Alfred Hitchcock şaheseri: Psycho (1960)

”İyi bir yönetmen, iyi bir senaryo ile bir başyapıt üretebilir; aynı senaryo ile vasat bir yönetmen, ancak sıradan bir film yapabilir. fakat kötü bir senaryo ile çok iyi bir yönetmen bile iyi bir film yapamaz.”

Akira Kurosawa

İyi bir senaryo, adını sinema tarihine gerilimin ustası olarak yazdırmış bir yönetmen ve ortaya çıkan şaheser. Filmin başarısı aslında filmin kendisinden de öte. Kendisinden sonraki filmleri etkileyen, teknikleriyle sinema dünyasını şaşkına çeviren bir film Psycho. Alfred Hitchcock’ın ‘Gerilim ve Korkunun ustası’ olmasında Psycho’nun rolü çok büyüktür. Yönetmenin filmografisindeki en önemli eser de diyebiliriz. Devamlı merak içerisinde bırakan senaryosu, akla kazınmış muhteşem sonu, detayları ve yönetmeni oldukça uğraştırıp bu uğraşın meyvesini veren duş sahnesiyle türünün öncülerinden. Filmin siyah beyaz olması ise tamamen Hitchcock’ın tercihi. Kan görüntüleri sansüre neden olacağından, sahnelerde kesinti olmadan siyah beyaz çekimle gerilimi tam olarak hissettirmek istemiş. Akıllarda yer alan, tam bir emek eseri olan duş sahnesine gelecek olursak 1 hafta süren çekimler sonucu, 78 farklı kamera açısı denenerek çekilen bir sahne. 45 saniyelik sahnede tam 52 adet kesme darbesi yer aldığı da biliniyor. Netflix’in 78/52 adında bu sahnenin analizini ele alan bir belgeseli bile var. 4 Oscar adaylığına rağmen hiçbirisini alamıyor. Onlarca başarısına rağmen hiç Oscar alamayan Hitchcock gibi. Şaheserlerin pek Oscar almadığını boşuna söylemezler zaten.

Bir biyografi şaheser olarak; The Pianist

Konu dram temalı biyografik bir şaheser ortaya çıkarmak olunca, oyuncunun/oyunculuğun bundaki önemi sanıldığından da fazladır. 29 yaşında Oscar kazanıp, En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ı kazanan en genç oyuncu ünvanına sahip olan Adrien Brody’de bunu kanıtlar nitelikte. Oyunculuk konusunda üst seviye bir iş çıkaran filmin yönetmen koltuğunda ise Rosemary’s Baby filminden -bana göre yönetmenin diğer bir şaheseridir– tanıdığımız Roman Polanski oturuyor. En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ları ise yönetmen ve başrol ikilisinin başarısını bize gösteren başka bir detay. Yönetmenin hayatını öğrendiğimizde ise film daha da üzücü bir hal alıyor, filmin ve atmosferin ağırlığını hissediyoruz. Yönetmenin yarı yahudi annesinin Auschwitz kampında ölmesi, babasını ise başka bir toplama kampında bulması gibi trajik olaylar filme olan bakış açımızı değiştiriyor, yönetmenin filme kendi hayatından da bir şeyler kattığını anlatıyor. Biyografi, savaş, dram türlerinde en üst sıralarda yer alan film, üzücü bir eser, acı bir ‘Şaheser’.

Stanley Kubrick’in şaheserlerinden birisi: A Clockwork Orange

“Suçlulara ve sanatçılara karşı garip bir zaafım var. Her ikisi de hayatı olduğu gibi kabul etmiyor. Her hazin hikaye, gerçek hayattaki olaylarla çelişki içinde olmalı.”

Stanley Kubrick

Sinemanın büyük ustası Stanley Kubrick’e yer vermesem olmazdı, hem de konu şaheserlerse. Kitap uyarlamalarını pek seven yönetmen, filmiyle aynı adı taşıyan Anthony Burgess eserini ilk okuduğu anda pek sevmese de, eninde sonunda seviyor ve çekmeye karar veriyor. Hem de o kadar seviyor ve başarılı buluyor ki ele aldığı senaryo, orijinal metnin neredeyse aynısı olarak karşımıza çıkıyor. Vizyona girdiği dönemde çok tartışılan, tepkiler toplayan hatta bazı ülkelerde gösterilmeyen film, tüm bunlara rağmen Akademi’den 4 Oscar adaylığını kapıyor. Ceza, şiddet, gibi konuları Kubrick tarzıyla işleyen bir toplum eleştirisi aslında film. Sembolizmi ve mükemmelliyetçiliğiyle öne çıkan yönetmen, filmde yönetmen koltuğunda oturduğunu belli ediyor, ortaya kitabın şaheser niteliğindeki filmini çıkarıyor. Bu kadar tepki toplamasına, bu kadar rahatsız edici olmasına rağmen ortaya çıkan eserin başarısı ve kalıcılığı Kubrick’in yeteneğini bize hatırlatan cinsten. Rahatsız edici, her zaman akılda kalıcı bir eser. ‘Şaheser’.


Sinema dönem dönem şaheserler vermeye devam edecek, belki de bu eserlerden bazıları sinemanın gidişatına yön verecektir. Nasıl 70’ler 80’ler sineması şaheserlerini sinemaya kazandırıp, kendini geliştirmeye devam ettiyse günümüz sineması da öyle olacaktır. Bazı filmler sinemanın gidişatını değiştirip aynı zamanda sinemaya bakış açımızı da tamamen değiştirecektir. Şaheser olarak nitelendirdiğim bazı filmleri aşağıya bırakıyorum. Keyifle izlemeniz dileğiyle.

  • 12 Angry Men 1957
  • Days of Heaven 1978
  • Rosemary’s Baby 1968
  • Mad Max: Fury Road 2015
  • 400 Blows 1959