Doyumsuz Aşık Werther

Goethe’nin Doyumsuz Aşığı: Werther

Yayımlandığı dönem birçok insanı etkisi altına almış ve hatta toplu intiharlara neden olup, Wherther gibi giyinme (sarı ceket-mavi pantolon) akımını başlatmış bu kitabı okurken oldukça keyif aldım, ancak bazı noktalara değineceğim.

Öncelikle, Alman Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri olan Goethe’nin novellasını iki haftada bitirdiği ve pastoral (doğa) ögelerini işlediği Genç Werther’in Acıları, bizlere acıklı bir aşk öyküsünü sunuyor. Ancak hikayenin alt katmanlarına indiğimizde bizleri melankolik ve aynı zamanda doyumsuz bir aşık karşılıyor.

Werther karakteri aşka aşık bir adam Lotte’ye değil!

Çünkü öylesine snob bir karakter ki okurken bu adamın kimseyi düzgün bir şekilde sevemeyeceğini anlıyorsunuz. Girdiği işte en iyisinin kendi olduğunu savunan, diğerlerini kendinden aşağı gören ve hatta severken bile sevgisinin öyle üst öyle yüce olduğunu savunur ki, bunun yanında Albert bir hiçtir:

“Bazen aklım almıyor; onu yalnızca ben, hem de öylesine içten, öylesine dolu dolu severken, ondan başka hiçbir şey görmez, bilmezken, ondan başka hiçbir varlığım yokken, nasıl olur da onu bir başkası da sever, sevebilir?”

Yazar’ın aslında konuyu Werther’in akıl almaz derecede “ben en iyisiyim” fikrine çekip üçüncü bir göz olarak bizlere aslında ne kadar da yanlış düşündüğünü ifade ediyor.

Bunların yanı sıra, Werther bizim düşündüğümüz gibi iyi niyetli, saf bir aşık değil, aksine obsesif, sorunları olan ve toplumda bu sebepten yer bulamayan bir tip olduğunu düşünüyorum ve Tezer Özlü’nün şu sözleriyle incelememi bitiriyorum:

İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyük. Yaşam acısı.