Hüzün

İntihar ederek hayatına son veren Rus şair Vladimir Mayakovski’ye göre;  “hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır… bırak, gitsin… bırak, git.“

Hüzün, Arapça “hzn” üzmek mastarı kökünden gelen bir kelimeymiş. Farsça “hazan” kelimesiyle hem hakiki anlamda hem de akustik anlamda inanılmaz uyumlu.

Hilmi Yavuz dizelerinde hüzün üç şekilde anlatılır: Birincisi bize ait hüzün; “hüzün ki en çok yakışandır bize  belki de en çok anladığımız.”

İkincisi insan hüzün için; “vakittir artık perdeyi indir
atılmış eşyayım öyle yığıldım
ve bildim ki insan hüzün içindir”

Üçüncü hüzün muhalefet;  “ve hüzün..
hüzün
en büyük muhalefettir şimdi.”

Hüzün acının bir boy küçüğü, mutsuzluğun hafif tebessümlü halidir.

Cemal Süreya’nın her boyunu ve her modelini denediği ruhani giysidir hüzün; “bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını.”

Arkadaş Zekai Özger çiçeklerle tanımlar hüznü; “hüznüm ki 
hüzünlerin çiçek açmış biçimidir.”

“Hüzün: hep bilinir
bir afyon çiceğidir önceleri
dalayan bir ısırgan olur sonra.” 

Gülten Akın hüznü zamanla ifade etmiş;  “hüzün
çocuklar için arada bir,
yaşlılar için sürekli.”

Edip Cansever hak edilmiş hüzünler istemiş;  “dönüp dönüp arkamıza baktığımız bir dünya kalıntısı üstünde
hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de?” 

Bazen;  “bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
o kadar çabuk
o kadar kısa
işte o kadar…”

Bazen de Cansever’e göre; “eski hüzünler kazılardan
çıkarılmış heykellerdir.”

Şükrü Erbaş’ın yüzü incecik bir hüzün: “Sustum…
ki incecik bir hüzündü yüzüm
yakıştı yaşadığıma, yaşamadığıma.”  

Hüzün iç burkan başıbozuk bir nota, kimsesiz bir ses titremesidir. Hayatla kurduğun varoluşsal bağın hamurudur.

“Biraz gülecek olsam, vay sen misin gülen? Hemen yetişir hüzün” der Behçet Necatigil.

İzinsiz gelip beynine çöreklenmiş bir hatıradan geriye sadece “hüzün” kalır. 

Özdemir Asaf’da hüzün aşktır; “Yüzümde hüzünden gölgeler varsa. O hüzün yüzündendir olsa olsa.”

Sunay Akın’da hüzün yalnızlıktır;
”şemsiye yapımcıları 
ıslanmaktan 
tek kişiyi koruyacak genişlikte 
kesince kumaşları 
yağmur değil 
yalnızlıktır yağan 
daha da hüzünlendirir her gece.” 

Halil Cibran ise hüznü şöyle yazar; “Güz geldiğinde bütün hüzünlerimi toplayıp bahçeye gömdüm. Nisan gelip bahar toprakla evlenmeye kalkıştığında bahçemde diğerlerinden farklı, ziyadesiyle güzel çiçekler boy verdi. Komşularım bahçemdeki çiçekleri görmeye geldiklerinde hep bir ağızdan bana dediler ki; sonbahar gelip ekim zamanı çattığında bahçelerimize ekmek için bize bu çiçeklerin tohumlarından vermeyecek misin?” 

Andre Gide; “Dünya Nimetleri”nde; “hüzün dinmiş bir coşkudur, başka birşey değildir” der. Oya Baydar’a göre, “acıların izdüşümüdür hüzün.”

Hüzün en kolay edinilen ruh durumu. Baharı beklerken yeniden kış gelmesidir. 

Koşulların istediğin gibi olmaması, hayallerin suya düşmesi, beklentiler dışında gelişmesi sonucu Attilâ İlhan’a göre hep elde var hüzün; “hayat zamanda iz bırakmaz bir boşluğa düşersin bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün…”

Heyecanın, sevincin, öfkenin bittiği an başlayan, yoksunluğun, kaybedişin, çaresizliğin dayattığı duygu hüzün. Kanamayan yara, kalbe yapışan sis bulutu, davetsiz bir misafir. Katıp tozu dumana geldiğinde, kalmaz bir hükmün ne mesafeye ne zamana. Kopar inci gerdanlık, saçılır etrafa, toplayamazsın. Karabasana döner hayat.

Pablo Neruda en hüzünlü şiiri yazmış; “bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu
ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta
şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı.
bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.
kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece
kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında
sevdi beni o, ben de bir ara onu sevdim…”