Kavuşmak Mahşere Kaldı

Bir Mübadele Türküsü:Bir Fırtına Tuttu Bizi

Türkiye-Yunanistan arasında yapılan nüfus değişiminden biliyoruz mübadele kelimesini. Mübadele göç demektir. Yalnız göç mü? Baskı, işkence, zor alım, gemiler, eşya denkleri, iskeleden uzakta iple tırmanılan vapurlar, yeni topraklar, domuz ahırı gibi evler, yeni topraklarda çiftçilik, doğduğun toprağa özlem, bitli muhacirler, Türk tohumu, yeni vatanda yeni komşuluklar ve yeni sorunlar…

Mübadele sözleşmesine göre Balkanlarda yaşayan Türklerin göç hikayesini anlatır bu türkü. Aradan yıllar geçse de göçenlerin doğduğu topraklara özlemi bitmedi. Türkiye’den Yunanistan’a göçen Rumlar, Yunanistan’dan Türkiye’ye geçen Türkler de ‘Biz ne iyi komşuyduk, bizi neden birbirimize düşman ettiler” diye akıllarından geçirir oldular. Bir kısmı da bunu duyulacak bir şekilde dile getirdi.İlerleyen dönemde çok az insan doğduğu toprakları ziyarete gidebildi. Hasretlik, kavuşma, çok sıcak kucaklaşmalar… İşte o günlere yakılmış bir ağıt bugün yazımızın konusu.

Ege’nin iki yakasındaki insanların yüreğinde her zaman bu hasretlik dinmedi. On beş yaşında Selanik kazalarından Anadolu’ya gelen Sabri Ağa’da böylelikle bir türkü mırıldandı.

Meriç nehrine karşı oturmuş çayımı içerken tuttu bu türkü beni. Türkünün hikayesi hakkında rivayet çok ancak yazımın başında anlattığım mübadele dönemi tüm rivayetlerin çıkış noktası.

Kendinizi Meriç nehrinin kıyısında hayal edin ve kulak verin anlatacaklarıma..

 Meriç sakin sakin akıyor gözünüzün önünden. Sakin, alabildiğine sakin yaşadığınız büyük bir coğrafyadan ayrılmanızın akışı da o ırmakta… Akışta, geçmiş akınların, geçmiş aşkların, geçmiş fetihlerin sevincini gölgeleyen uçsuz bucaksız bir keder var.

Gözünüzü nehirden ayırdığınızda bütün rengârenk çiçeklerin birden o siyahımsı elbiseyi büründüğünü görüyorsunuz. Akşamın renginden değil de sanki bireysel ve toplumsal acılarınızdanmış gibi bu renk değiştirme…

Yüzünüzü gökyüzüne kaldırdığınızda o yıldızlar, kaybolan şehirlerinizden, kaybolan dağlarınızdan, kaybolan ovalarınızdan, kaybolan ülkelerinizden tarif edemediğiniz, tasnif edemediğiniz binlerce yaşanmışlığı çağrıştırıyor.

Yüzünüzü yola çevirdiğinizde, daha yakından başlayarak, paslı kahve cezveleri, parmaklıklar, ilerledikçe yıkılan evler, el değiştiren evler, ilerledikçe kendi kentinizin size bir açık hapishane olması gibi durumlar…

Dağılan bir yuvanın dağılan bir yurt, dağılan bir yurdun dağılan bir yuva olduğunu hissediyorsunuz bu türküyü dinlerken en çok…

Türkünün bir gönül hikayesi var rivayetlere göre..

Mübadele zamanları Yunanistan ve Türkiye arasında yapılan anlaşmalar ile Yunanistan’da bulunan Türkler Türkiye’ye Türkiye’de bulunananlar Yunanlar ise Yunanistan’a gidecekti. Sabri, ela bir çift gözlüm dediği Yunan kıza aşıktı fakat mübadele sonucu ana vatan yani Türkiye’ye dönmek durumunda kalmıştı ve mübadele zamanında insanlar gemiler ile taşınıyordu. Sabri gemide kimse ile konuşmadı kimse ile dost olmadı ela gözlü sevgilisinden ayrılmıştı Sabri. Bu suskunluk ve yalnızlık 20 yıl sürdü. Annesi ve babası 20 yıl sonra Sabri’nin odasından bir saz sesi duydu.Sabri suskunluğunu bozmuştu ve dilinden şu sözler dökülüyordu ; “Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı. O bizim kavuşmalarımız mahşere kaldı. “

“Bir fırtına tuttu a yârim bizi deryaya kardı
O bizim kavuşmalarımız a yârim mahşere kaldı
Yeni cezve yeni cezve kaynar kaynamaz oldu
O benim nazlı yârimin dilleri söyler söylemez oldu
(Yeni cezve yeni cezve kaynıyor ocakta
Kasatura belimizde a yârim martinimiz kucakta)
Mahpushanede yata yata yanlarım çürüdü
Pencereden baka baka a yârim ela gözler süzüldü
(Mahpushanenin mahkûmları sıra sıra dizildi
Bu bizim kaderimize a yârim kara yazı yazıldı)”

Türküyü Özer Özel yorumuyla dinledikçe fırtına ayrı esiyor,ayrı tutuyor.

Vatanına,yurduna,köyüne ve geride bıraktıklarına hasret duyan fırtınadan tutuk herkesin aziz hatırasına…