Küllerinden Doğan: Simurg

“Ateşten insana serinlik gelir mi?”

Firdevsi, Şehname 1

Batının Feniks’i, Orta Doğu’nun Anka kuşu, Türklerin Hüma’sı küllerinden doğan efsanevi kuş Simurg’un aslı Pers mitolojisine dayanır. İsmi, eski İran inancı olan Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’da geçen “Saêna” kuşundan türemiştir. Mistik kuş Simurg, Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Tüm tasvirlerinde hayranlık uyandıran gücü ve görkemi göze çarpar.

İran efsanesine göre dünyanın yıkılışına üç kez şahit olan Simurg, bu süreçte çok öğrenir ve bilgelerin bilgesi olur. Öyle ki Simurg, uçmaya başladığında bilgi ağacının yapraklarını titretir ve her bitkinin tohumlarının etrafa saçılmasına neden olur. Bu tohumlar, dünyanın her yanına dağılır; tüm şifalı bitki çeşitlerinin kök almasını sağlar ve böylece de insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi eder. Persler, kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalığı veya yarayı tedavi edeceğine inanırlar.

Yunan mitolojisinde Feniks’in Habeş diyarında yaşadığına inanılıp bir kartal büyüklüğünde ve çok uzun ömürlü; gözlerinin yıldızlar gibi parlak, boynunun tüyleri yaldızlı, diğer taraflarının ise kırmızı olduğu rivayet edilir. Ömrünün sona ereceğini anlayınca kuru dallardan kendine bir yuva yapan Feniks, kızgın güneşin yuvayı tutuşturup kendini yakmasının ardından küllerinden yeniden doğar. Bu sebeple Hristiyanlar Feniks’in öldükten sonra tekrar dirilen ölümsüz bir kuş olduğuna inanır.

Feniks

Türk mitolojisinde ise cennete yaşayan, çok yükseklerde uçup yedi kat göğün üzerindeki felekler ve burçlar arasında dolaşan ve hatta Tanrı’ya kadar gidip gelen bir kuş olmasıyla Hüma, erişilemeyecek yüksekliklerin bir sembolüdür. Türk mitolojisinde Simurg’un bir yansıması da kızıl renkli Tuğrul kuşudur. Ölümsüzlüğü ve yeniden dirilişi simgeleyen, her gün yeniden doğan, diğer mitolojilerdeki benzerlerinden farklı olarak tek başına olmayıp bir benzeri hatta ikizi bulunan Tuğrul Kuşu, Konrul kuşu ile birlikte anılır. Her ikisi de Simurg’un tüm niteliklerini barındırırlar.

“Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağı’na varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi?”

İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası
Zümrüdüanka

  Orta Doğu’nun Simurg’u Zümrüdüanka; gücü, saf olmayı, kendini yaşarken yaratmayı, erdemliliği, sadakati ve hakkaniyeti temsil eder. O, erişilmezlik, yücelik ve olağanüstülük gibi özellikleri simgeler. Feridüddin Attar, Mantık’ut- Tayr’da Zümrüdüanka efsanesini şöyle anlatır:

Sıradan kuşlar, Simurg’a inanır, onun kendilerini ölümden ve tüm hastalıklardan kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u beklermiş. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsünün Simurg’un kanadından bir tüy bulmasıyla Simurg’un hâlâ var olduğunu anlayan tüm kuşlar toplanmış ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Fakat Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi vadiyi aşmak gerekirmiş. Hepsi birbirinden aşılması güç yedi vadi sırasıyla: istek, aşk, marifet, istisna, tevhit, hayret ve yokluk vadileri.

 Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yolculukta yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce Bülbül, güle olan aşkını hatırlayıp geri dönmüş. Papağan güzel tüylerine aldanmış. Kartal, yükseklerdeki krallığından vazgeçememiş. Baykuş, yıkıntılarını özlemiş; Balıkçıl kuşu ise bataklığını. Yedi vadi üzerinden uçtukça kuşların sayıları gitgide azalmış. Ve nihayet yedinci vadide yokluk, bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Sonunda gizi, sözcükler çözmüş: Farsça “si”, “otuz”; murg” ise “kuş” demekmiş. Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki otuz kuşun her biri de Simurg’muş. 30 kuş anlamış ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur.

“Simurg’u görecek gözün yoksa gönlün ayna gibi aydın değil demektir. Kimsede o güzelliği görecek göz yok. Güzelliğinden sabrımız, takatimiz kalmadı… O yüce lütfuyla bir ayna icat etti. O ayna, gönüldür. Gönüle bak da onun yüzünü gönülde gör.”

Feridüddin Attar, Mantık’ut- Tayr