Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç

Yazımın ilk satırlarında biraz Hüseyin Rahmi Gürpınar’a yer vermek istiyorum. Hüseyin Rahmi, edebiyatımızın ilk romancılarından sayılabilecek bir yazardır. Bu kadar köklü zaman içerisinde adının duyulmaması içler acısı idi. 2014 yılında, Hüseyin Rahmi’nin ölümünün üzerinden 70 yıl geçmesi üzerine eserlerindeki telifler kaldırıldı ve Türkiye İş Bankası Yayınları başta olmak üzere eserleri yaygın bir biçimde basılmaya başlandı. Sözü geçen eserin ilk defa 1912 yılında basılması ile birlikte eser, Hüseyin Rahmi’nin en önemli yapıtı sayılmaktadır.

Kitabın hareket noktası: Kadınlardan yana yüzü gülmeyen İrfan’ın bu yüzden diğer tüm kadınlardan intikam alabilmesi için ortaya attığı “Halley Kuyruklu Yıldızı’nın dünyaya çarpacağı ve herkesi öldüreceği” yalanıdır. Kitapta en göze çarpan ve kitabı bizce daha albenili yapan yan: kitaptaki “mizah” unsuru. Mizah unsuru, bir bakıma durağan giden olaylar silsilesine hareket kazandırıyor ve eseri daha okunur kılıyor. İstanbul’un bir mahallesine götürüyor bizi yazar, o satırlarda mahallelinin dedikodularına şahitlik ediyoruz. Bu bağlamda yazarın iyi bir gözlemci olduğunu anlamamız uzun sürmüyor. Daha sonra baş karakter İrfan Galip’e geliyoruz… İrfan, gazete ve dergilere yazılar yazar, çizer ama gelin görün ki bunlar gereğinden çok az değer görür ve İrfan hayalini kurduğu şöhretten her gün biraz daha uzaklaşır. Bunun yanı sıra reddedilmiş bir erkek olan İrfan, kadınlar hakkında da eleştirel denebilecek yazılar yazmaktadır. Bir süre sonra mahalledeki kadınların Kuyruklu Yıldız korkusunu duyan İrfan, işte tam burada bunu kullanmaya karar verir; Kuyruklu Yıldız hakkında konferans vereceğini duyurur fakat asıl amaç elbette ki ölümden korkan kadınları daha fazla korkutmaktır.

Cahil insanların her şeye nasıl sorgusuz inanıp korkusuna yenik düştüğünü anlatan bu eser, herkese bir ders niteliğinde. Hüseyin Rahmi, yaratmasının üzerinden yüzyıllar geçse dahi yine de cehalete olta atan insanlara ders vermeye devam edegörsün.

Okumaktan keyif aldığım bu roman, yazı dilinin sadeleştirilmesinden ötürü rahatlıkla okunabilecek bir roman. Bazı satırlarında sanki ben de münakaşaya girmiş gibi hissettim kendimi açıkçası. Yayınlandığı döneme göre oldukça samimi ve “kendimce” kusursuz bulduğum roman, benim enlerim arasında!

Ölüm olayı ne kadar kesin bir gerçek olsa da insan yine kendini kurtaracak bir çare aramaktan kendini alamıyor. Meğerse can pek tatlı şeymiş. Yaşamaya hayvanca bağlılığımız böyle ümitsizlik zamanında belli oluyor.

Aslında mutluluk o kadar büyük ve o kadar küçük bir şeydir ki, buna sahip olan bazı kimseler bunun kendilerinde varlığından haberli bile değildirler. Onu, özelliklerine zıt şekillerde tasarlayıp arayarak bozup dururlar.