Milena’yı Bir Kenara Atın, Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a Mektupları

Türk Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a aşkı şüphesiz edebiyat tarihimizin en büyük aşklarından biridir. Orhan Veli’nin Nahit Hanıma yazdığı mektuplar ölümünden 64 yıl sonra, 2014 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından “Yalnız Seni Arıyorum” ismiyle bir kitapta derlendi. Bir çırpıda okuyup altını çizdiğimiz yerleri belki onlarca kez okuyacağımız kitapta soğuk bir kadına karşı umutsuz bir aşk besleyen, yoksulluk içerisinde, aşkı için çırpınan Orhan Veliyi 1940’lar Türkiye’sinde tüm samimiyeti ve hüznüyle görüyoruz

Ankara-İstanbul-Edirne arasında ayrı oldukları süre boyunca Orhan Veli’nin yazdığı bu mektuplar içtenliğin yanında büyük bir edebi değer taşıyor

Aramıza giren şeyleri yok etmekten zevk duyacağını söylüyorsun. Nahit, sen bunu istiyorsan aramızda başka hiçbir şey yok. İnan bana. Sen benim için daima tek varolan şeysin. Dikkat et, en çok demiyorum, tek diyorum. Senden başka hiçbir şeyim yok. Hiçbir şeyim olmasını da istemiyorum.

Orhan Veli tanımadığı bir şehirde, politik görüşleri sebebiyle çeviri bürosundan istifa etmiş, yalnız, beş parasız, bin yıllık bir edebi geleneğe karşı mücadele ediyordu.

İsterdim ki mektubunu alır almaz sana müspet bir cevap vereyim ve hemen Ankara’ya gelebileyim. Ama vaziyetimi bir düşün. İki günden beri yağan yağmura ve soğuğa rağmen üstümde beyaz bir ceket var. Pabucum yok, gömleğim yok, kravatım yok, pardösüm yok. Bu kıyafetle Ankara’ya gelebilir miyim? Gerçi senin yanında olmadığım zamanlar sokağa çık­mam. Fakat hiç kimseye görünmeden Ankara’ya kadar gidip gelebilecek miyim? Bilhassa bazı kimselere karşı bu sefaletimi göstermek istemiyorum. Geçenlerde borca bir ceketlik kumaş aldım, terziye verdim. Ceketi bu cumartesi alabileceğim(şayet terziye vermek için yirmi beş lira bulabilirsem) Ama o da meseleyi halletmeyecek. Bu havada Ankara’ya pabuçsuz, pardösüsüz gideblmek bir mesela. Sağdan soldan alacağım bazı paralar var. Fakat bunların en erken gelecek olanı da elime on beş yirmi günden evvel geçmez. Bu şerait dahilinde, bugünlerde Ankara’ya gelebilmemin ne kadar güç olduğunu tabii anlıyorsun.

Elindeki tüm imkanı, her fırsatını Nahit Hanım’a yakın olmak için harcasa da bu aşk imkansızdı.

Bu ay gelemeyeceğini söylüyorsun. ne kadar üzüldüğümü bilemezsin. orada hiç sıkılmıyor musun? Düşündüğünden bahsettiğin ikinci bir mesele de buraya geldiğin takdirde birbirimizi görüp görememek meselesi. onu bende düşünmüyor değilim. ama hiç olmazsa yan yana yürüyebileceğiz. sesini duyacağım. ara sıra elini tutacağım. sen bunların nasıl bir saadet olacağına akıl erdiremezsin. çünkü her zaman kendinin yanındasın. fakat inan ki benim için büyük şeyler.

Hayatının son 6 yılında başka bir şehirdeki evli bir kadına delice bir aşk besledi

İstanbul’a gelebilmek yahut gelememek vesilesiyle İstanbul muhabbetinden bahsediyorsun. İstanbul muhakkak ki güzel şehir. ama benim için güzel şehir, çirkin şehir diye bir şey yok. sadece senin bulunduğun şehir, senin bulunmadığın şehir diye bir şey var.

Nahit Hanım’ın 12 Kasım 1950’de yazdığı son mektubu yerine ulaşmadı.

Orhan, cevapsız mektup yazmak çok garip oluyor. Geçen akşam seni rüyamda gördüm. Ankara’ya gitmişsin. Sana Dora iş bulmuş… Seni acaba Ankara’da mı diye düşündüm. mektuptan herhalde benim çok sıkıntılı oluğumu anlamışsındır. Elimden geldiği kadar muhite uymaya ve neşeli görünmeye çalışıyorum. Bu mektubuma cevap yaz. Yılbaşında tatil olursa Ankara’ya gitmeyi düşünüyorum. İstanbul’da sefil oluyorum. Yatağım gözümde tütüyor. Sen yakından bilirsin. Zaman zaman evden ne kadar sıkılırdım. İşte böyle, her şey tersine… Senin Ankara’ya gitmeye niyetin var mı? Tabii bütün bunlar şimdilik düşünülecek şeyler. Yılbaşına epey zaman var. ana çok ender mektup yazdığına göre uzun yaz. Ben sana cevap istediğim zaman bildiririm. Yeni şiirlerin varsa gönder. Şiire de hasret kaldım. Meğerse ihtiyaçmış. Mektubun taahhütlü olsun. Ne yapıyorsun? Nasıl vakit geçiriyorsun? Behzatları gördün mü? Herkese ayrı ayrı selam söyle. Sabahattin Bey’e Mualla Hanım’a Fuat Ömer’e. Velhasılıkelam herkse. Dora Ankara’da mı? Bugün cumartesi. Mektepte benden başka kimse yok. Çocuklar bahçede bir maç dinliyorlar, saat dört buçuk. Beş buçukta mütalaaya girecekler. Bugünlük kimse gelmezse onlara ben bakacağım. Ben yazacak bir şeyler bulamıyorum. Ancak kendimden bahsedebildim. O da hayli sıkıntılı iş. Senden muhakkak mektup bekliyorum. Uzun olsun, baştan savma olmasın. Yeni şiirleri istiyorum. gözlerini öperim.

Orhan Veli Kanık 10 Kasım’da belediye çukuruna düşmesini önemsemeyip 14 Kasım’da İstanbul’a döndü. Arkadaşının evinde, bir öğle yemeği sırasında fenalaştı, Öldüğünde cebinde 40 kuruş ve diş fırçasına sarılı bir şiir vardı.