Nazım Hikmet’in Annesi: Celile Hanım

Babası Enver Paşa’nın saraya yakınlığı sayesinde saray ressamlarından dersler almaya başlayan ve eserlerinde çoğunlukla nü kadın teması işleyen Celile Hanım, ilk kadın ressamlarımızdandır.

Celile Hanım’ın tablolarından biri.

Osmanlı devleti valilerinden Nazım Paşa’nın Oğlu Hikmet Bey ile evlenerek aslında çok da ait olmadığı bir hayata adım attı. Nazım Hikmet ise bu evliliğin ilk yılında dünyaya geldi. Celile Hanım, nefes alamadığı bu hayattan kurtulmaya karar verdiğinde ise kimse önünde duramadı. Ve biten bu evliliğin hemen ardından, Nazım Hikmet’in de yazılarını severek takip ettiği Yahya Kemal ile adı anılmaya başladı. Yahya Kemal öylesine aşıktı ki Celile Hanım’a şu dizeleri yazdı:

Yollarda kalan gözlerinin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgâra sordum.
Rüyamı saran bir büyü var onda duyuyordum
Gördüm: Dişi bir parsın ala gözleri vardı.

Edebiyat öğretmeni olan Yahya Kemal ile annesinin dedikodularını duyan Nazım Hikmet ise öğretmenin cebine yazdığı notta açıkça belirtmişti ‘Muallimim olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz.’

Yahya Kemal ve Celile Hanım

Nazım Hikmet ise Bursa ceza evinde yatarken arkadaşı Adalet Cimcoz’a yazdığı mektupta annesine olan hislerinden şöyle bahsediyordu:

Adalet,

Sana annemi anlatayım. Anam gençliğinde güzel bir kadındı. Fakat oğlu diye söylemiyorum, objektif olarak konuşuyorum anamın güzelliği sıcak değil, soğuk bir güzellikti. Bunda belki gözlerinin birbirinden çok uzak olmasının dahli vardır. Sonra anamın güzelliği XIX. asır güzelliğidir. Zaten anamda, ondokuzuncu asır Fransız burjuva zevki hakimdir. Ressamlığı da öyledir. Evinin perdeleri ve bibloları da öyleydi. Yani güzelliğinde ve zevkinde düz ve soğuk hatların göze çarpmasına rağmen bilhassa renk bakımından müthiş bir rokokoluk vardır. Düşün ki babam anamı, anamla kabili kıyas olamayacak kadar entipüften kadınlarla aldattı. Bu kadınların bir kısmını tanıdım. Bunlar güzel değil fakat sıcaktılar. Annem cesur kadındı gençliğinde. Ben cesur olmayı biraz da ondan öğrendim. Anam ömrünün sonuna kadar biraz delişmen bir çocuk olarak kalacaktır. Ben de, delişmenlik dozu az olmak şartıyla onun gibi çocuk kalmaya mahkumum. Anam inanmasını bilen kadındır. Resme bir dindar gibi inanır. Sonra anam, bana öyle geliyor ki, bütün delişmenliği ve bebek güzelliği altında, bir türlü ortaya vuramadığı müthiş ihtiraslı bir et taşıyordu. Annem bedbaht bir kadındır. Ve ömrümün üzerinde anamın bedbahtlığını ben taşır dururum. Sana bir şey söyleyeyim mi, anamı o kadar gizliden gizliye severim ki, ömrümde ilk defa yalnız sana ondan bahsediyorum. Annemle ahbap olursan, hala boyalar içinde, yani hem paleti, hem yüzü gözü boyalı, inanmış, bedbaht, fakat dehşetli çalışkan ve her şeye rağmen yaşamak isteyen, bir şeyler yaratmak için çırpınan, ihtiyar, nazik bir kadınla dost olursun. Beni unutma Adalet.”

Yıllar sonra bir söyleşisinde ise şöyle diyordu Nazım:

Annemin gençliğini çok iyi hatırlıyorum. O, aşık olduğum ilk kadındır. Freud’u okumuşsunuzdur. Onun taraftarlarından değilim, birçok konuda onunla anlaşamıyorum ama bazı mülâhazaları doğrudur. Anneme vurulmuştum. O olağanüstü bir güzelliğe sahipti. Bilirsiniz Türkiye’de şöyle bir adet var. Şimdi sadece köylerde kalmış bu adet. Ama önceleri her yerde buna riayet ederlerdi. Annem evlenirken ilk önce onu bir odaya oturtmuşlar. Elbette gelinlik içindeymiş, yüzünde de duvak varmış. Sabahtan misafirler gelip ona bakıyorlarmış. Anam Paris’te eğitim almıştı ama İstanbul’un bütün adetlerine riayet edermiş. İşte bu azaba da katlanıyor, çok farklı, yabancı insanların gelip ona bakmalarına tahammül ediyormuş. Onu görenler güzelliğine hayran oluyorlarmış. Hatta bazıları duvağını kaldırıp bakıyormuş. Bir insanın bu kadar güzel olabileceğine inanmıyorlarmış. Mavi gözleri vardı annemin, teni de öyle olağanüstüydü ki insanlar elleriyle yanaklarına dokunurlarmış. Canlı bir insan değil, gelin gibi süslenmiş bir kukla zannederlermiş. Şehirde şöyle bir şayia da geziyormuş ki, güya babam süslenmiş bir kuklayla evlenmiş.’

Bir anne olarak oğlu Nazım Hikmet’in uzun yıllar boyu aldığı cezalara karşı Atatürk’e ve İsmet İnönü’nün eşine mektuplar yazan Celile Hanım, her defasında oğlunun haksız yere suçlandığını ifade ediyor, adil bir yargılanma süreci olması için mücadelesini veriyordu. Nazım’ın ceza evinde açlık grevi yaptığı sırada, görmeyen gözleriyle Galata Köprüsünde ‘Oğlumu Kurtarın’ yazılı pankartla imza toplamaya çalışan Celile Hanım artık kendisinden Nâzım Hikmet’in bedbaht anası olarak bahsediyordu.

O, yeteneğiyle büyük ses getiren bir ressamdı. Güzelliğiyle herkesi kendine hayran bırakan bir kadındı. Uğruna şiirler yazılan bir ilhamdı. Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım, 1956 yılında Ankara’da hayata gözlerini yumdu…