Tolstoy’dan: İtiraflarım

Tolstoy, yine bu eserinde kendinden yola çıkarak “insanı” anlatıyor bana göre. Kaybolmuş bir insanın, -kendinin- gözünden var oluşsal sorulara dem vuruyor. Bazen bu soruların ağırlığı altında eziliyor, bazen sorulara bulduğu yanıt onu tatmin etmiyor, bazen içinde bulunduğu vaziyetin ne kadar anlamsız ve boş olduğunu fark edip elini eteğini o an yapmakta olduğu, adet haline getirdiği şeyin altından üstünden çekiyor.

Bu eser, aslında toy bir insanın gelişiminden çok toy bir insanın duygusal ve felsefi anlamda evrilişini, arayışını konu ediniyor. Kitapta geçen her cümle, aslında kendimize söylemekte geciktirdiğimiz yahut göz ardı ettiğimiz şeyler. Samimi bir şekilde Tolstoy’un elinden kağıda dökülen itiraflar. Bazen açgözlülük, bazen üste çıkma, bazen ego…

O, eserde “ne için yaşıyorum, ne için doğdum, ne için çalışıyorum, ölümün bile benden alamayacağı bir anlam var mı” şeklinde sorulara cevap aramaya çabalar. Cevabı sosyal bilimlerden, fen bilimlerinden bulacağını düşünür fakat onlardan bir fayda göremez. Sonra bir aydınlanma -belki de içten içe bir isyan- yaşayarak hayatın gerçekten saçma, boş bir şey olduğunu kabullenir; soruların cevabının inançta olduğunu fikrine kapılır.

Arıyorsam vardır. O, onsuz yaşanmayandır.

Bir insan fikri ve ilmi anlamda nasıl olgunlaşır, aradığı cevaplardan nasıl kendine rota edinir işte bu kitapta bunu göreceksiniz. Sayfaların azlığına bakarak hızla bitireceğinizi düşünüyorsanız, büyük bir yanılgı içerisindesiniz demektir. O satırların her biri içselleştirecek bir Dünya. Tolstoy’un kaleminin gücünü bilirsiniz, benimki de laf işte! 🙂

Bazı alıntıları es geçmeyelim:

…Ama ben ormanda yolunu kaybeden ve yolunu kaybettiği için de dehşete kapılan ve yolunu bulmak umuduyla oraya buraya koşuşturan birisi gibiydim; attığı her adımda kafasının daha da karıştığının farkında olan ama elinden oradan oraya koşuşturmaktan başka bir şey de gelmeyen birisi gibi.

Ve ne zaman rezil tutkuların esiri oldum, o zaman insanlar beni övdüler, teşvik ettiler.

Ne istediğimi kendim de bilmiyordum, hayattan korkuyordum; hayattan kaçıp uzaklaşmak istiyordum, ama gene de hayattan bir şeyler bekliyordum.

Tüm deliler gibi, ben hariç herkesin deli olduğunu düşünüyordum.