Yeni Bir Dünya: Küreselleşme

Bu değişen dünyada Küresel bir çarkın içine dahil olmamak mümkün mü?

Küreselleşme kuramı küresel çaplı bir kültürel sistemin ortaya çıkışını inceler. Bu kurama göre Küresel kültürü ortaya çıkaran çok çeşitli toplumsal ve kültürel gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz: Dünya çapında uydu enformasyon sisteminin varlığı; küresel tüketim ve tüketicilik kavramlarının ortaya çıkması; kozmopolit yaşam tarzlarının gelişmesi; olimpiyat oyunları; futbolda dünya kupası ve uluslararası tenis turnuvaları gibi dünya çapındaki spor dallarının gelişmesi; ulus devletin hâkimiyetinin gerilemesi; küresel bir askeri sistemin ortaya çıkması; AIDS gibi tüm dünyaya yayılan sağlık problemleriyle karşılaşılması; milletler cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi dünya çapında siyasal sistemlerin kurulması; Marksizm gibi küresel siyasal hareketlerin yayılması; insan hakları kavramının kapsamının genişlemesi ve dünya dilleri arasındaki karmaşık etkileşimler. Daha önemlisi, küresellik dünyayı tek bir yer olarak kavrayan yeni bir bilincin şekillenmesini kapsamaktadır ve küreselleşme bu doğrultu da, ‘’bir bütün olarak dünyanın somut yapılaşması’’ şeklinde, yani ‘’dünya’’nın sürekli yeniden kurulan bir çevre olduğu düşüncesinin küresel düzeyde yayılması ekseninde tarif edilmiştir. Küreselleşmenin herhalde en özlü tanımı, ‘’coğrafyanın toplumsal ve kültürel düzlemlere dayattığı kısıtlamaların azaldığı, insanların bu azalmayı giderek daha çok fark etmeye başladıkları bir toplumsal süreç’’ şeklinde yapılabilir. Küreselleşme, kültürel düzeydeki iktisadi karşılıklı bağımlılığın artışını analiz eden ‘’dünya sistemleri kuramı’’ ndan farklı bir olgudur.  ( Gordon Marshall, Sosyoloji sözlüğü, 2014; 449)

Yeni bir sözcük olmasına rağmen eski bir süreci tarif eden ve dünyanın değişim sürecinin açıklanmasında kullanılan anahtar kavram olan ‘küreselleşme’ konusunda literatür açısından zenginliğine ve akademik çevrelerce ilgisine rağmen de ortak bir tanım söz konusu değildir. Zengin Gönül’e göre küreselleşme konusundaki tanımların ortak özelliği, ortak bir tanım üzerine varamamalarıdır.(Zengingönül,2004:12) Küreselleşme üzerine tam ve net bir şekilde tanım vermek kolay olmasa da mal, hizmet ve sermayenin artan hareketliliği sonucunda sınır ötesi karşılıklı ekonomik bütünleşme ve ulusal ekonomilerin dünya piyasalarına dâhil olma sürecinde dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan toplum ve devletler arasındaki etkileşimin artması ve karşılıklı bağımlı hale gelinmesi olarak ifade edilir.

Küreselleşme kavramı ilk kez İngiliz iktisatçı W.Foter’ın 1883’de yazdığı dünya üzerindeki kaynakların dağılımı ve kullanımı konulu bir makale de kullanılmış olup, daha sonra 4 Nisan 1959 tarihinde The Economist dergisinde de yer almıştır. Küreselleşmenin günümüzde etkin hale gelmesi ise Garett Hardin’in 1968 yılında yazmış olduğu kaynakların paylaşımı ve kullanımı konulu çalışmasına dayandığı şeklindedir.(Karabıçak,2002.116)

Küreselleşme, pek çok araştırmacı tarafından ekonomik bir kavram olarak görülmektedir. Ancak küreselleşmeyi sadece ekonomik bir temelden görmek anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Çünkü küreselleşmenin sadece ekonomik bir süreç olmadığı bu sürecin sosyal, kültürel ve politik yönlerin de önem taşıdığı görülmektedir.(Fulya Kıvılcım, Küreselleşme Olgusu,221)

 Böylelikle küreselleşme olgusu varlığını siyasal, ekonomik ve kültürel alanda hissettirir. Ancak çoğu bilim adamı ve araştırmacı ekonomik ve siyasal boyutu ön plana çıkararak küreselleşmenin bir kapitalist yapılanma şekli olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Böylece küreselleşmenin milli kültürler üzerindeki etkisi ya göz ardı edilmekte, ya da göz ardı edilmesi istenmektedir. Dikkatli bakacak olursak, küreselleşmenin ekonomik boyutuyla kültürel boyutu arasında da çok yakın bir temas vardır. Küreselleşmeyle ortaya çıkan uluslararası sermayenin egemen anlayışı marka cazibesini körükleyerek toplumu tüketim toplumu haline dönüştürür. Marka tüketen toplumun fertleri ise kültürleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan ürünlerle kültürel değişimi yaşamaya başlar. Bu bir anlamda globalizmin büyük bir köy olarak gördüğü dünyada yaşayan herkesi benzer davranış kalıpları içine sokmasıdır. Bir başka deyişle aynı kalıptan çıkma ortak bir kültürel kimliği dayatmasıdır. Küreselleşme doğrudan doğruya ve dolaylı olarak bireyin ve toplumun hayatını etkilemektedir. İnsanlar adeta bu kavram tarafından kuşatılmış olarak yaşamaktadır ancak farkında olmamaktadır. Küreselleşme kendi tanımı ve kavram olarak ortaya çıkışı ile ilgili görüşlerde bile yarattığı karmaşayla varlığını hissettirir. Emre Kongar’a göre küreselleşme neolotik çağlardan,(Emre Kongar, “Üçüncü Küreselleşme Ne Getirecek ”\Aydınlanma, www.kongar.org; tarım devriminin neolotik çağlarda başladığıyla ilgili olarak bkz. Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul 1974,s 161vd.) Ralf Dahrendorff’a göre ise insanların aya ayak basmasından itibaren var olan kavramdır.(Ralf Dahrendorff,”Hüdaverdi Adam, “Milli Kültür ve İnançlarımız Işığında Küreselleşme Olgusu”, Yeni Ümit. Sayı:61,İzmir 2003,naklen.)

Bazı Küreselleşme taraflarının düşünceleri şu yöndedir:

  • *Peter Dicken’e göre (Dicken,1922:1)göre küreselleşme “uluslararasılaşmadan daha ileri ve kompleks bir kavram olup; bu bağlamda mal ve hizmet akımlarının ülke ve bölge sınırları içinde artmasını sağlayan ve ekonomik faaliyetlerin uluslararası alanda dağılımını arttırmak suretiyle ulusların fonksiyonel entegrasyonu sağlayan bir olgudur.”
  • *Harvey’e (Coştu,2005:97) göre küreselleşme “Dünyanın küçülerek yoğunlaşması, iletişim ve bilişim teknolojik gelişmelerin, haberleşme ve ulaşımı daha kolay, daha hızlı ve daha ucuz hale getirmesinin ve böylelikle karşılıklı bağımlılığın artmasının sonucudur. David Harvey’in “zaman-mekan sıkışması” olarak da tanımladığı bu durum, dünyanın “tek bir mekan” olarak küçülmesini, yani Mc. Luhan’ın tabiriyle dünyanın “küresel köye” dönüşmesini hızlandırmıştır. Böylece, bilgiyi toparlama, değerlendirme, kullanma ve üretime uygulama daha hızlı ve daha verimli hale gelirken, toplumsal yapıyı etkileyen yönetim, üretim, tüketim ve dağıtım alanlarında köklü değişim ve dönüşümler yaşanmıştır.
  • *Harris’e (Harris,1993:1) göre küreselleşme “mal ve hizmetlerin üretiminin, dağılımının ve pazarlamasının uluslararasılaştırılmasının artmasıdır.”

Kürelleşme sürecine pozitif bir gözle bakan bu tanımlar, küreselleşme sürecinde ülkelerin daha entegre hale gelerek ülkeler arası ilişkilerin arttığı ve kutuplaşmanın çözümlenerek başta ekonomik olmak üzere her alanda entegrasyon ve uluslararasılaşmanın öne çıktığı fikrini ortaya koymaktadır.

Biraz da konuya ilişkin olarak Liberalizm ışığında Francis Fukuyama’dan bahsedelim;

Bütün ideolojiler aslında insanların refahı ve mutluluğunu öngörmekte; her yeni dünya görüşü, bu amaç doğrultusunda bir öncekinin eksik yanlarını ortaya koyarak, daha iyi olduğu düşünülen çözümler üretmektedir. Dünya tarihinin düşünsel altyapısı bu yönüyle, bir arayış ve buluşlar tarihi sayılabilir. Liberalizm de refah arayışında önemli bir adımı, hatta Fukuyama’ya göre, insanlığın gelebileceği ve dahi gelmiş olduğu son noktayı simgelemektedir.

Kuşkusuz tarihsel akışın, ilerleme gelişme veya evrim fikriyle ilk ele alınışı, Francis Fukuyama’nın kuramıyla değildir. Ondan önce, Aristoteles, Augustinus, Fontenelle, Saint-Pierre, Concordet, Comte, Spencer, Tylor, Turgot, Herder, Ferguson, Maine, Durkheim, Hegel, Marx gibi düşünürler, farklı açılardan da olsa, ilerlemeden bahsetmişlerdir.(Bock,1990:53-86) Genel anlamıyla ilerleme, uygarlığın belli bir yönde gelişmesini, sıçramalı değil ancak sıralı bir iyileşmeyi ifade eder (Pons,2003:433). Fukuyama, tarihin bir amaca doğru ilerlediği görüşüyle, diğerleriyle benzeşmekte; bu amacın liberalizm olduğunu savunmakla onlardan ayrılmaktadır. O’na göre, farklı dinsel, kültürel, geleneksel yapılardaki her devlet, eninde sonunda aynı düzlemde buluşacaktır. Bu ortak noktayı ifade etmek için kullandığı ‘tarihin sonu’ kavramı, tarihsel olayların tamamen son bulması anlamına gelmemektedir. Fukuyama bununla, beşeri, siyasi ve iktisadi kurumların, gelişip değişerek ulaşabilecekleri  en ideal formda, yani liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin zaferinde, birleşmelerini kastetmektedir     (Fukuyama,2002/c:252).