Yeraltından Şiirler- Ozan Bayram

”Şiir ruhu özgür bırakır”- diyor Ozan. Bu gün ki yazımda ruhunu özgür bırakmayı başarmış birisiyle tanıştırmak istiyorum sizi. Kendisi ile yaptığım röportajı sizinle paylaşıyorum. Keyifli okumalar.

”Şiir ile tanışman nasıl gerçekleşti ?”


Beyoğlu’nda, Galata Kulesi’nin altında düzenlenen şiir geceleri sayesinde şiir ve edebiyat ile tanıştım. Şiire ve edebiyata karşı her zaman ön yargıları olan bir insan olmama rağmen fark etmeden orada olmaktan, okunan şiirlerden zevk almaya başlamıştım. Edebiyat ile aramızdaki buzların eridiğini, ona karşı duyduğum ön yargının sessizce aramızdan çekildiğini fark etmeye başlamıştım.


”Nasıl ve neden yazmaya başladın?”


Bu geceler sayesinde tanıştığım şair bir arkadaşın önerisi ile Hakan Günday’ın ‘’Kinyas ve Kayra’’ kitabını aldım ve okumaya başladım. Tuhaf bir his kaplamıştı içimi, sanki her sayfasında farklı bir dünyanın kapılarını açıyordum bir bir. Sayfasını tam olarak hatırlamıyorum fakat kitabın içinde ‘’ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmamak istediğini düşün’’ diye bir söz geçiyordu. Bu kısmı okuduğum anda kendime ‘’ne yapmamak istiyorsun?’’ sorunu sordum. Sıradan bir insan olmak istemiyordum. Diğer insanlardan farklı bir şey yapmalıydım. Kendimi özel olarak göreceğim bir iş. Kendi içimde yaşadığım bu çatışmadan sonra elime kalemi aldım ve ilk şiirimi yazdım. ‘’Ben, sizden birisi değilim.’’ diye başlıyordu ilk şiirim ve ilk şiirimi yazdığım günden sonra asla onlar gibi olamadım.


”Yani diyorsun ki bu kitap sayesinde içinde başlayan fırtına seni diğerlerinin olmadığı bir yere savurdu?”


Evet böyle de denilebilir fakat savrulduğum yerde henüz çok yeniydim ve burada ne yapacağımı ben de bilmiyordum. Bu yüzden yazdığım yazılar içime sinmiyordu, eksik bir şeyler vardı. Herkesin hissettiği şeyleri hissetmek, onları süsleyip şiire dökmek bana göre değildi. Bu yüzden yazılarımda aydınlıktan çok karanlıktan, toprağın üstünden çok toprağın altındaki böceklerden bahsetmeyi seçtim. Ve sanırım bundan sonra da çirkin olanı, karanlık olanı yazmaya devam edeceğim çünkü insanlar ne kadar gözlerini kapatıp, bunları görmemeye çalışsalar da bunlar varlar ve her zaman da var olacaklar. Şiirin doğumdan çok ölümü, yaradan çok o yaranın iyileşme sürecindeki intihaplı süreci anlatması gerektiğini düşünüyorum.


‘’Araştırdığım kadarı ile uzun zamandır yazıyorsunuz fakat basılı bir kitabınız yok, bunun bir sebebi var mı ?’’

Güzel bir konuya değindiniz. Aslına bakılırsa iki adet kitabım şu an hazır fakat bu kitapları bastırmak için herhangi bir eyleme girişmedim henüz. Şimdilik sadece dergiler üzerinden ve sosyal medya hesaplarımdan yazılarımı yayınlıyorum. Bu bir süre daha böyle devam edecek gibi duruyor fakat beni okuyan insanların istekleri kitap çıkarmam yönünde ve Eylül ayında ‘’Kayıp Astronot’’ adında bir şiir kitabı çıkarmayı düşünüyorum.

‘’Şu an yazılarınızı yayınlayan ve ulaşabileceğimiz bir dergi var mı?’’

Evet, yazılarıma ulaşabileceğiniz iki adet dergi var. Bunlar HINÇ ve Apartman Boşluğu dergileri. Piyasadaki dergilerin aksine popüler edebiyatı dışlayan, genç şairlere ve yazarlara sayfalarında yer veren dergiler bunlar. Her iki dergide de güzel ve samimi bir ortam ve başarılı yazılar çıkaran arkadaşlar var. Bu röportajı okuyan arkadaşlara alıp okumalarını tavsiye ederim.


‘’Peki Edebiyat dışında uğraştığınız bir iş var mı?’’

Tabii ki. Bi’ RTV öğrencisi olarak yazdığım senaryolar ve çektiğim kısa filmler var. Hatta kısa zaman içinde, birbiri ile bağlantılı, yazılarım ile harmanlanmış on adet kısa film çekmeyi düşünüyorum. Eğer her şey plandığım gibi olursa başarılı işler ortaya çıkacak.
Sevgili Ozan röportajıma renk kattığın için teşekkür ederim.


Yazımı sonlandırıken Ozan Bayram’ın en beğendiyim şiirlerinden ”Lunapark” ı size birakıyorum.


”Lunapark”
göğsünde inatçı bir leke gibi duruyor
dokundukça kendisini doğuran umut.
unutmak hiç de kolay değil kabul et.
omuzlarını öpen tabiatın dudakları vahşi.
yaralamak adına bütün temaslar.
zırhını parçalayan,
seni savunmasız bırakan
mızraklar hep bundan.
sanki yağmur yağsa
en çok senin saçların ıslanacak.
hani bir harp çıksa şehrin tenhalığında
ilk senin atların vurulacaklar.

öyle ya,
kimseye adres sormadan,
kaybolmanın sersem umursamazlığını
sahiplenir gibi yürümüştük bunca yolu.
bizim gidecek yerimiz kalmamıştı
kabul et.
sokakları bu kadar
sahiplenmemiz hep bundan.

bazı sokakları koşarak geçmek istedim ben hep.

elinde tuttuğun makas,
parmakların hep yarım.
öç almak istiyorsun sanki bir şeylerden.
canını yakanın ormanını ateşe vermek istiyorsun şüphesiz.
”beni kimin öldürdüğünü biliyorum sevgilim.” diyorsun.
sözlerini unuttuğum o şarkıyı tekrar hatırlatıyorsun bana.
karşılaştığımız ilk savaşın açtığı yaraları gösteriyorsun.
”hep umut var.” diyorsun.
hep umut, bak göğsümde hala o leke.

bazı sokakları koşarak geçmek istedim ben hep.

sevgilim,
hayat sürekli bir
mucizeye inandırmak istiyor beni.
”gökyüzüne bak!” diyor inatla.
sen, ”hep umut var.” diyorsun bana.
hiç umut yok sevgilim,
kabul et.
bir kere kaybolunca insan,
başladığı yere dönemiyormuş hiçbir zaman.

bazı sokakları koşarak geçmek istedim ben hep.

ne çok masal var sevgilim.
bunca masal hiç dokunmadı mı ellerine ?
hep çocuk kalmışsın, ne güzel.
belki de hep bundandır
rüyalarına giren ışıklı lunaparklar,
atlı karıncalar, çocuk sesleri.
peki ben sevgilim,
ben hangi masala sarılıp uyudum da
büyüdüm bu kadar.

bazı sokakları koşarak geçmek istedim ben hep.
kimseyi uyandırmadan, kapalıyken henüz pencereler.

uyanmanı istemedim.
rüyalarındaki o lunaparkta
karşılaşmak isterdim seninle
büyümeseydim eğer bu kadar.

ne çok masal var sevgilim.
ne çok rüya, ışıklı, lunaparklı.
ne çok makas, kör, paslı.
ne çok sokak var koşarak geçmek istediğim.
ama umut,
hiç umut yok sevgilim.
kabul et.