İstanbul’u Dinliyoruz: 2-‘Dünya’nın Sıfır Noktası’

‘İstanbul’u Dinliyoruz’ serimizin ikinci bölümüne Napolyon Bonapart’ın “Dünya tek başına bir ülke olsa, başkenti şüphesiz İstanbul olurdu” sözüyle başlıyoruz. Şimdi, yüzyıllar boyunca büyük şahsiyetlerin, devlet adamlarının, sanata adanan ömürlerin, seyyahların ve sayısız insanın ilgisini bu denli çeken kadim şehrimiz İstanbul’u, tarihin sıfır noktasından ele alalım…

Serimizin ilk bölümünde Byzas ile tarihi yarımadayı keşfetmiştik. Magera’lı Byzas ve kolonisi yakalandıkları fırtına sebebi ile günümüzde Topkapı Sarayı’nın bulunduğu Sarayburnu’na demir atmış ve kısa bir zamanda bu bölgeyi ‘akropol’ (genellikle bir tepe üstünde bulunan, çevresi surla çevrili, içinde saray ve benzeri yapıların, tapınakların yer adlığı yerleşim bölgesi) haline getirmişlerdi. Tarihi yeni bir şekle bürünmek zorunda bırakan bu keşiften sonra İstanbul’un kaderini çizen en önemli hadise de şüphesiz M.S 324 yılında I.Costantinius’un tarihi yarımadayı Roma’nın başkenti ilan etmesiyle gerçekleşmiş oldu. Böylece yedi tepeli şehir, dünyanın sıfır noktasında; tarihin tozlu sayfalarına ilmek ilmek işlendi.

Topkapı Sarayı

İstanbul bilindiği üzere binlerce yılı aşkın bir süredir imparatorlukların başkenti olduğu için, şehrin bu bölgesi de yalnız kendisi için değil, aynı zamanda bütün imparatorluğun merkezi olarak tasarlanmıştı. Bunu en iyi anlatan anıt, şimdi Ayasofya’nın karşısındaki köşede, su terazisinin yanında, mütevazı bir şekilde asırlardır İstanbul’u dinleyen Milion Taşı’dır. Burası, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentinde, dünyanın ‘sıfır noktası’ olarak kabul edilmişti.

Milion Taşı ve Ayasofya Aynı Karede

Şehrin ana caddesi, ‘Mesa’, buradan başlar, belirli meydanlarda çatallara ayrılarak sur kapılarına varır, oradan da kadim şehrin ruhu cihanın dört bir yanına yayılırdı. Mesa’dan ayrılan çatallar da Y harfine benzerdi. Y’nin tabanı Ayasofya’dan başlar ve bu iki çatal uç, Yedikule ve Edirnekapı’ya uzanırdı…

Tüm geçmiş ve gelecek burada toplanmış, tüm hüzünler burada yaşanmış, tüm acılar burada çekilmiş, tüm mutluluklar burada kendine yer bulmuş ve tüm hayaller burada gerçekleşmeyi beklemişti. Ezelden ebediyete uzanan yol, tam buradan ulaşmıştı gönüllere.

Günümüz İstanbulu’nda ise Dünya’nın sıfır noktası olarak kabul edilen bu bölge turistlerin en çok tercih ettiği yerlerin başını çekiyor. Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet, Hipodrom, dikili taşlar, Yerebatan Sarnıcı ve daha niceleri asırlardır Byzas’ın demir attığı bu bölgede bir arada zamana meydan okuyor… İstanbul’u kutsallığına yaraşır bir şekilde dinleyebildikten sonra, serimizin ilerleyen bölümlerinde hepsini keşfetmek için yeterli vaktimiz olacak. Bir önceki yazımızda dediğimiz gibi; “Tarihin en uzun tanığı taş; içinde sakladığı şarkıları, gözleriyle duymak isteyenlere yeniden, yeniden gösterecektir…”


İstanbul Okmeydanı’nda tarihi bir nişan taşı…
(Ok işaretini düşey doğrultuda kaydırabilirsiniz.)

Tarih, toprağın nasıl sürüldüğü, ekmeğin nasıl pişirildiği, evlerin nasıl inşa edildiği, annelerin bebeklerin altını nasıl bağladığıydı. Tarih, insanı insan yapan irili ufaklı olayların toplamıydı. Tarih korkaklıktı, cesaretti, ihanetti. Düşünceydi, duyguydu, önseziydi, gururdu. Tarih, bir erkeğin bir kadına aşkını nasıl söylediğiydi…

Şimdi “İstanbul’u Dinliyoruz” serimizin ikinci bölümüne veda ederken sizleri tarihin tozlu sayfaları ile baş başa bırakıyoruz. Her daim İstanbul’u dinlemek ümidiyle, hoşça kalın…