On Üç Günün Mektupları

Cemal Süreya’nın geçirdiği rahatsızlık sonucu hastanedeki eşine moral vermek amacıyla 13 gün boyunca eşine yazdığı mektupları içeren kitaptır.

Bir mutluluk hastalığıdır şiir. Kırılan dalın türküsüdür.

Cemal Süreya’nın bu eserinde, onun yazarlığı ve şairliğinin yanısıra özel hayatına dair şeyler de öğreniyoruz okudukça.

Zuhali, hayatı, hastane odasında yatarken, oğulları Memo Emrah’la ilgilenen Cemal Süreya, 12 Temmuz 1972’de yazdığı ilk mektubunda “Gece yatakta Memo’yla hep seni konuştuk. susunca seni sustuk. uyuyunca seni uyuduk.” diye yazmış ve devam etmiş “akşamları eve döneyim, kapıyı sen aç: gözlerin… Memo okuldan dönmüş olsun. kaçıncı sınıfta olsun?”

“sana rastlamak mutluluktu; sana sahip olmak başka bir şey, başka bir ad bulmak gerek; “içine taşınması” gibi bir şey insanın..”
— cemal süreya- “onüç günün mektupları”

Kitabın ismini Cemal Süreya’nın mektuplarında özne olan Zuhal Tekkanat koyuyor. 22 Temmuzda yazdığı bir mektupta şöyle yazıyor Cemal Süreya;

“Bir de şiir yazıyorum bu arada. Ayrı bir şiir. Uzun bir şiir. Hiç yayımlanmayacak. Sende kalacak. Bir şairin, sevdiğine en büyük armağanı, yayımlanmayan ve hiç de yayımlanmayacak bir şiir olabilir. Böyle düşünüyorum. Her yıl böyle bir şiir yazacağım sana. Saklarsın. İstersen ben öldükten sonra yayımlarsın. Ben ölene kadar yayımlamak yasak. İstersen sen de hayatın boyunca sakladıktan sonra memo’ya verirsin. O ne isterse yapar.”

Onüç günün son mektubunda o şiiri yazar . Mektupların basılmasıyla şiir de gün yüzüne çıkmış olur . Bu derin anlamlar taşıyan şiiri sizlerle paylaşarak yazıya son verelim. Herkesin okuması gereken,sevdanın ve birine koşulsuz bağlanmanın ne olduğunu en ince şekilde anlatıyor bizlere her satırında. Cemal Süreya’nın da dediği gibi ‘Sevmek ne uzun kelime’..


“sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim 
elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara 
hayatımız geçiyor gözlerimin önünden 
çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz 
ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz
çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere 
o gülün yüzü gülmüyor sensiz 
o köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı 
hepten hüzünlü bu günlerde 
gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye 
masada tabaklar neşesiz 
koridor ıssız 
banyoda havlular yalnız 
mutfak dersen derbeder ve pis 
çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş 
vantilatör soluksuz 
halılar tozlu 
giysilerim gardropda ve şurda burda 
memo’nun oyuncak sepeti uykularda 
mavi gece lambası hevessiz 
kapı diyor ki açın beni kapayın beni 
perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi 
radyo desen sessiz 
tabure sandalyalardan çekiniyor 
küçük oda karanlık ve ıssız 
her şey seni bekliyor her şey gelmeni 
içeri girmeni 
senin elinin değmesini 
gözünün dokunmasını 
ve her şey tekrarlıyor 
seni nice sevdiğimi”

Cemal Süreya Onüç Günün Mektupları